Cemaatla Namaz
Namazı cemaatle kılmak çok önemlidir. Hiç ihmal etmeye gelmez. Biz Hanbelî mezhebinden değiliz ama İmam Ahmed b. Hanbel’in cemaat hakkındaki anlayışı dikkate değer. O, cemaatı namazın şartı sayar. Tabiîn efendilerimiz cemaat hususunda ne kadar titizdirler. Mesela A’meş (Süleyman b. Mihran) yetmiş sene boyunca ilk tekbiri hiç kaçırmaz. Yetmiş sene yetişemediğinden dolayı tek bir rekatı kaza etmez. Bir başkası ömrü boyunca namazlarda başkasının ensesini görmez, hep en ön saftadır.
Efendimiz cemaatın önemini anlatırken buyuruyor ki:
“Çok defa içime geliyor ki birisi namaz için kamet okusun,
cemaat namaza dursun, ben de gideyim cemaata gelmeyenlerin
evini yakayım.” Evet cemaat çok önemli. Ben size sorsam
“Hayatınızda cemaatsiz, münferit kaç namaz kıldınız?”
Ondan fazla ise cemaatsız namazınız söylemeyin bunu,
Allah’a karşı ayıptır. O on da ya uçakta ya havaalanında
ya da yolda, yani cemaata imkan bulamadığınız yerlerde
olmalı.
Hayat namaza göre tanzim edilmeli. Namaz bir takvim
gibi hayatın her noktasını kuşatmalı. Hayatın gerçek
takviminin blokajı namaz üzerine oturtulmalı. Namaz
vakitleri köşe taşları olmalı ve sair işler bu köşe
taşlarına göre programlanmalı. Eskiler bir iş için sözleştiklerinde
“sabah namazından önce.. öğle namazından sonra..” derlerdi.
Kur’an’da da bu espri muhafaza edilir ve pek çok yerde
“namaz kılındıktan sonra.. namaza kalktığınızda.. namaza
durduğunuzda..” gibi ifadelerle ferman buyrulur.
***
Ağlamak da tebessüm de kalbin çehreye yansıyan rengi
olmalıdır.
***
Salât u Selâm’a Dair
Efendimiz’e (sallâllâhü aleyhi ve sellem) ne kadar salât u selâm okunursa azdır. En sonunda “¼bi adedi ilmike, bi adedi ma’lûmâtike” denirse bu kuşatıcı olur. Zira Cenab-ı Hakk’ın ilmi her şeyi kuşatır. O’nun ilmi sayısınca demek herşeyi kapsayan bir keyfiyet olur. Ben böyle dedikten sonra içimden geçiyor ki “Allah’ım, ben bilmiyorum, başka büyük bir adet varsa onu öğret onunla diyeyim.”
Efendimiz’in (sallâllâhü aleyhi ve sellem) ismi zikredildiğinde
salât u selâm getirmek vaciptir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın
ismi zikredildiğinde “Celle Celâlühü” demek vacip değildir.
Zira O’nu hakkıyla zikretmek mümkün değildir. O’nu hakkıyla
zikretmek bizi aşkın olduğundan bu vacip görülmemiş.
“Mâ zekernâke hakka zikrike Ya Mezkûr – Seni hakkıyla
zikremedik Ey Mezkûr!” buna işaret eder. Ama Efendimiz’e
-O her ne kadar gaye ölçüsünde vesile olsa da- salât
u selâm eda edilebilir, buna gücümüz yeter.
Salât u selâm ne kadar fazla yapılırsa o kadar iyidir.
Bir sahabe efendimiz bütün duasını Efendimiz’e salât
u selâma ayırıyor. Buna rağmen Efendimiz ona “Daha fazla
yapsan senin için daha iyi olur.” buyuruyor. Günde yüz
defa salât u selâm ve yanında istiğfar diyorsanız henüz
kapıdasınız demektir. Sizin konumunuzda olanlar bu kadar
az söylememeli. O’nun şefaatına bir sera gibi sığınmazsanız
kurtulamazsınız. Çünkü Allah’a giden yol O’na uğrar
öyle gider. Kurtuluş vizesi O’nu tanımakla alınır.
Salât u selâm dille söylendiği gibi yazıda da ihmal
edilmemeli. Hem öyle kısaltmalarla da olmaz. Açık olarak
ve her ismi geçtiğinde türlü türlü, çeşit çeşit salât
u selâmlar yazılmalı. Benim Efendim’den ben salât u
selâmı niye esirgeyecekmişim ki? Maalesef ilmîlik adına
ta’zim ifadelerimiz rafa kaldırıldı. Ta’zim edilmesi
gereken yere ta’zim olmazsa ona ilmîlik denmez. İlim,
O’na tazim içinse ilimdir, yoksa o ilim değildir.
***
Gayretullah
Bir deve kervanı yola çıkmış giderken yolda fakir bir dervişle karşılaşırlar. Derviş kervancıbaşına kendisini de almalarını rica eder. Kervancıbaşı bu isteği kabul eder, yola revan olurlar. Bir zaman sonra yolda haramiler kervanı basar ve neleri var neleri yok hepsini alırlar. Dervişe de malı olup olmadığını sorunca o “Benim hiç param yok, ama kervancıbaşının değerli bir yeleği vardı, onu almayı unutmuşsunuz.” der. Haramiler kervancıbaşının yeleğini alırken o hiçbir şey söylemez ama dervişe çok gönül koymuştur. Öyle ya; ona o kadar iyilik yapmasına karşılık böyle bir tavırla karşılaşmıştır. Sonra kervan ahalisi bütün varlığını kaybetmiş bir halde bekleşirlerken devletin askerleri çıkagelir. Haramiler derdest edilmiştir. Bütün gasbedilen mallar sahiplerine iade edilir. İşte o anda kervancıbaşı dervişe yanaşır ve der ki: “Baba aşkolsun! Ben sana o kadar iyilik yaptım, sen de tuttun eşkıyalara benim yeleği haber verdin.” Derviş der ki: “Oğlum, bu haramiler o kadar zulmettiler ki; baktım gayretullaha dokunmasına dört parmak kalmış. Senin yelek işte o dört parmak yerine geçti.”
Evet, Allah zalimleri iflah etmez. Ancak mazlumun Allah’ın
gayretine dokunduracak liyakati kesbetmesi gerekir.
Eğer o, bu seviyenin eri değilse ve yöneleceği kapıya
tam yönelememişse ceza tecil edilebilir. Bugün müslümanlara
revâ görülen zulmü ve bu zulmün gayretullaha dokunmasını
da bu zaviyeden ele almak gerekir.
***
Kişi yabancı dil öğrenirken gönlünün derinliklerinden
içeri İngilizcem, Almancam, Fransızcam olsun, sadece
kariyer yapayım, aranan adam ben olayım düşüncesi girerse
Cenabı Allah razı olmuyor. Her şey “O’nu nasıl anlatır,
rızasını nasıl kazanırım” duygu ve düşüncesine bina
edilmelidir.
***
Bir transatlantikle yolculuk yapanlar için güvenlik
seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun bir kaza ihtimaline
binaen gemiye flikalar koyuyorlar.. can yelekleri koyuyorlar..
işaret fişekleri koyuyorlar.. acil kurtarma plânları
hazırlıyorlar vs¼ Rica ederim, şu dünya yolculuğunda
öbür hayatımızı garanti altına almamız için bir hazırlık
yapmıyorsak buna ne denebilir? Muhtemel bir kaza için
bu kadar hazırlık yapan bir insan, gelmesi yarın kadar
kesin ebedî ahiret hayatı adına hazırlık yapmıyorsa
o divanedir.
Sahih midir, ama oldukça ibretli bir hikayedir Hazreti
Ali’nin bir dehrî (materyalist) ile diyaloğu. Dehri
Hz. Ali’ye; “Bu dünyada boş yere yorulup duruyorsunuz.
Ya cennet-cehennem yoksa?” der. Hazreti Ali’nin cevabı
şu şekilde olur: “Sizin dediğiniz doğruysa ben bir şey
kaybedecek değilim. Ama benim dediğim doğruysa ve cennet
var ise siz ne kaybedeceğinizin farkında mısınız?”