508. Nağme: Kopukluk.. ve Peygamberâne Şefkat

508. Nağme: Kopukluk.. ve Peygamberâne Şefkat

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şu hususları dile getirdi:

“Kaç kişinin katilisin?!.”

*Şahısların fıtratları da nazar-ı itibara alınarak herkes için en uygun üslup tespit edilmeli ve farklı argümanlar kullanılmalıdır. Aksi halde, dine çağırma ile dinden kaçırma öyle birbirine karışır ve Sonsuz Nur’a koşması beklenenler O’ndan o denli uzaklaşırlar ki, onları bir daha döndürmek hiç mümkün olmaz. Bu itibarla, usulün başı olan “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah” hakikati anlatılırken dahi belli bir üslup takip edilmelidir ki maksadın aksiyle tokat yenmesin.

*Belki çoğumuzun tebliğ yapayım derken insan kaçırmamızın altında da temelde bu üslup hataları vardır. Nitekim eskiden mürşitler bir araya gelince, birbirlerine “Kaç kişinin katilisin?” diye sorarlarmış. Yani; sen dini anlattığından dolayı kaç kişi dinden uzaklaştı ve kendini manevî ölüme saldı!..

“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın!”

*Din-i mübîn “yüsr” üzere vaz’ edilmiştir; fıtratları ve karakterleri gözetmeden, onu şiddetlendiren ve ağırlaştıran kimse, dinin ruhuna aykırı bir iş yapmış olur. Zira kolaylık üzere bina edilmiş ve müsamahaya dayalı gelmiş bu dini zorlaştırmamak ve ondan nefret ettirmemek; bilakis yaşanabilir olduğunu göstermek ve sevdirmek, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in emridir. Halis mü’min, insanları neyin kaçırıp, neyin celb edeceğini çok iyi hesaplamalı ve her zaman بَشِّرُوا وَلَا تُنَفِّرُوا يَسِّرُوا وَلَا تُعَسِّرُوا “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın!” nurefşan beyanı istikametinde hareket ederek, şefkat ve mülâyemetle gönülleri kazanmaya çalışmalıdır.

Genç, gayr-i ihtiyarî “anam” deyince, kanlar içindeki kalb gencin eline sarılır “yavrum” der inler.

*Aslından ziyade, vermek istediği mesaja bakılması gereken menkıbelerin birinde bir genç anlatılır. Sevdiği kız, gencin annesinin kalbi karşılığında onunla evlenmeyi kabul eder. Habîbe, “annenin kalbini getir, gönlüme mukabil” deyince, aşk şarabıyla sarhoş olmuş, her şeyi unutup gözü dönmüş genç gider, annesini öldürür. Kalbine bıçağı vuracağı sırada bıçak kayıp kendi elini de keser. Genç, gayr-i ihtiyarî “anam” deyince, kanlar içindeki kalb gencin eline sarılır “yavrum” der inler. O kalbin sesi, aslında bütün annelerin sinelerinin sesidir. İşte bizim yolumuz böyle bir şefkati gerektirir; hizmet gönüllüleri kopup gitmiş olanlara karşı bile bu ölçüde bir şefkat ortaya koymalıdırlar. Çünkü hakiki bir mü’min hiç kimsenin kopuk olarak ötelere gitmesini ve ebediyen kaybetmesini istemez.

*Kopuşlar çok küçük bahanelerle başlar fakat zamanla insan hiç farkına varmadan merkezden öyle uzaklaşır ki bir daha da dönme fırsat, güç ve takati bulamaz. Hazreti Üstad diyor ki, “Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.” Demek ki bir günah işleyince, o günah başka bir günaha çağrı oluyor. Cenâb-ı Hak, “Hayır hayır! Gerçek şu ki, onlar yapageldikleri o kötü işler yüzünden kalblerini is-pas sardı da (ondan dolayı inkâr yaşıyorlar.)” (Mutaffifin, 83/14) buyurmuş; Allah Rasûlü de “Her günah onu işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşturur, bir leke yapar. Eğer kul, tevbe edip vazgeçer, mağfiret dilenirse kalbi yine parlar. Döner tekrar günah işlerse, o lekeler artar, nihayet kalbini ele geçirir. İşte Kur’ân’da yüce Allah’ın zikrettiği “râne” budur.” sözleriyle bu ilahî beyanı ve onda yer alan “râne” kelimesini şerh etmiştir.

“Sizden birinin azı dişi Cehennem ateşinde, Uhud dağı büyüklüğünde olacaktır.”

*Rahhal (bazı kaynaklarda Raccal) b. Unfuve Müslüman olmuş, Kur’ân’ın bazı ayetlerini öğrenmiş, bir süre de Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in yanında bulunmuştu. Bir gün o, Hazreti Ebu Hüreyre ve Hazreti Furat b. Hayyan oturup konuşmakta iken Rasûlullah (aleyhissalâtü vesselam) onların yanına uğramış ve “Sizden birinin azı dişi Cehennem ateşinde, Uhud dağı büyüklüğünde olacaktır.” demişti. Hazreti Ebu Hüreyre çok korkmuştu; hele Furat b. Hayyan bir harpte şehit düşünce, onun korkusu da ikiye katlanmıştı. Çünkü o dehşetli ikaza muhatap olarak geriye, Rahhal ile kendisi kalmıştı. Nihayet Rahhal, Müseyleme ile birlikte irtidad etmiş ve onun için yalan şehadette bulunarak Rasûlullah’ın, Müseyleme’yi kendine veliaht tayin ettiği iddiasını seslendirmişti. Yemame Savaşı’nda Zeyd b. Hattab onu öldürünce, Hazreti Ebu Hüreyre onun akıbetine çok üzülmekle beraber kendi sırtından adeta dağ ağırlığında bir yükün kalktığını hissetmişti.

*O büyükler nefislerinden hiç emin olmamış ve kendilerini hep sıradan görmüşler. Elli sahabi ile görüşmüş, hadisin devâsa imamlarından, Ebu Hanife’yle karşılıklı münazara yapmış büyük bir insan olan Amir ibni Şerahil (Ameş) bir arkadaşına diyor ki: “Ben vefat ettiğim zaman, cenazeme kimse gelmesin; şayet bir mahzuru yoksa, bir çukur kaz ve beni bir beze sarıp at içine!..” Kendisini sessizce bir çukura atılacak biri gibi kabul ediyor.

“Herkes evine, deveyle, koyunla, mal mülkle dönerken, siz evlerinize Rasûlullah’la dönmek istemez misiniz?” 

*İnsanlığın İftihar Tablosu, insanların hidayete ermesi ve Ashâb-ı Kiram’ın akıbetleri için tir tir titriyor; kopmalara meydan vermeme yolunda problemlerin üzerine şefkat ve ciddiyetle gidiyor; muhataplarının akıllarının ve kalblerinin itminan içinde olması için gayret gösteriyordu.

*Huneyn’de elde edilen ganimetleri Allah Rasûlü, daha ziyade gönüllerini İslâm’a ısındırmak istediği insanlara dağıtmış ve bazı şahıslara hususiyet arz edecek şekilde paylar vermişti. Ancak bu taksim, Ensar’dan bilhassa bazı gençleri biraz rahatsız etmişti. Hatta bazıları; “Daha onların kanı kılıçlarımızdan damlıyor, hâlbuki en fazla payı da onlar alıyor!” demişlerdi. Bunu söyleyenler sadece birkaç genç de olsa, eğer bu fitne durdurulamazsa, önü alınamaz bir yangın haline gelebilir ve o yangın bazılarını ebedî ateşe sürükleyebilirdi. Çünkü Allah Rasûlü’ne karşı yapılacak bir itiraz, insanı dinden, imandan edebilir ve ebedî hasarete uğratabilir. Bunun üzerine, Efendimiz hemen Ensar’ın toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. Onlara şöyle buyurdu: “Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Siz fakr u zarûret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi? Siz, birbirinizle düşman değil miydiniz; Allah, benimle sizin kalblerinizi telif etmedi mi?” Bütün bu sorular karşısında Ensar topluca “Evet, minnet Allah’a ve Rasûlü’ne!..” demiş ve hele “Herkes evine, deveyle, koyunla dönerken, siz evlerinize Rasûlullah’la dönmek istemez misiniz?” hitabını duyunca hepsi gözyaşına boğulmuşlardı.

“Benim bir kaybım var!..”

*Millet olarak, hatta topyekün insanlık olarak bugün sürekli kayıplar veriyoruz. Bizim pek çok kaybımız var. Şehvet gayyasına yuvarlanan, nefis cehennemine düşen, fuhuş, kumar, uyuşturucu gibi kâtillerin eline geçen her insan bizim kaybımız. Ne ki, şayet elimizden geliyorsa, bize o kayıpları da arayıp bulmak, hiç kimsenin ebedî hüsranına razı olmamak ve herkese bir kurtuluş yolu göstermek için çabalayıp durmak düşüyor.

*Bildiğiniz gibi, onbeş-onaltı yaşlarındayken henüz İslam ahlakını bilmediğinden sürekli çevredeki kadınları rahatsız eden Cüleybib, Rehber-i Ekmel ile tanışıp O’nunla nurlanınca ve iffetini koruma hususunda O’nun dualarını alınca, artık Medine’nin en hayâlı gençlerinden biri haline gelmişti. Bir süre sonra da önlerine bir cihad imtihanı çıkmıştı ve Cüleybib (radıyallahu anh) orada şehadet şerbeti içmişti. Savaş sona erince herkes cesedini mücahede meydanında bırakıp ruhuyla ötelere kanatlanan şehitlerini aramış, bulmuş ve onların techîz ü tekfîniyle uğraşır olmuştu.

*O hengâmede Şefkat Peygamberi yüksek sesle sordu; “Aranızda kaybı olan, herhangi bir yakınını bulamayan var mı?” Sahabe efendilerimiz “Hayır, ya Rasûlallah, aradığımız herkesi bulduk” dediler. İşte o zaman Mahzun Nebi, gözleri yaşlı, “Ama benim bir kaybım var!” dedi, “Ben Cüleybib’imi kaybettim!” diye ekledi ve evladını yitirmiş, yüreği yaralı bir baba gibi yitiğini, hayır kudsî yiğidini aradı.. uzun arayışlar sonunda onu buldu, başını mübarek dizine koydu ve şöyle buyurdu: “Allahım, bu bendendir, ben de ondanım.” Görüyor muyuz Fahr-i Kâinat (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz’in hiç kimseyi atmadan ve kimsenin hatasına bakmadan herkesi kazanma gayretini?!. Anlıyor muyuz Fazilet Güneşi’nin insanlara sahip çıkma ve onlara karşı vefalı olma hassasiyetini?!.

*O buydu.. O buydu!.. Böyle olunca kendimiz gibi olacağız. Böyle olunca kendimizi O’nun yolunda bulacağız. Böyle olunca -Allah’ın izni ve inayetiyle- Cennet’e dâhil olacağız. Allah bizi O’nun yolundan, O’nun düşünce tarzından ve O’nun mesajının hakikatinden ayırmasın!..