Cuma Hutbesi: Müslümanca Yaşama

Cuma Hutbesi: Müslümanca Yaşama
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Share

Paylaş

Her beşerî sistem ve beşerî düşünce tarzı, ne kadar uzun ömürlü olursa olsun, zamanla eskir, bayatlar, cazibe ve güzelliğini yitirir ve bıkkınlık hâsıl eder; ama, Müslümanca yaşama ve Müslümanca düşünce tarzı öyle değildir. İnsan onda, eğer ruhunu tam hazırlayabilmişse, alışılmış şekil ve formüllerin ötesinde, tıpkı baharlarda, tabiat kitabının çehresinde parıldayan bir güzellik ve cazibe ruhunu, çağlayanlarla fışkıran sonsuzluk düşüncesini, semaların mavi derinliklerinde tütüp duran ebediyet duygusunu bulur ve başı Cennetlere ulaşmış gibi olur.

Müslüman olarak doğup büyümek ve ruhuyla onun hususî şivesini duyup tatmak bir tâli’ eseri ve bir bahtiyarlıktır. Onun yumuşak, aydın ve feyizli iklimini tanıma fırsatını bulamayanlar, bütün bir hayat boyu sevgilisinden mahrum kalmış birinin yalnızlığı içinde, “Bu sahra benim, şu sahra senin.” der koşar.. “Dîde giryân, sine püryân, akıl hayran”, “Şirin” der sızlar, “Leyla” der gözyaşı döker.. gözlerinin feri biter, dizlerinin dermanı tükenir; ama neticede, bir çuvaldız boyu dahi yol almadığını görür.. başı açık, ayağı yalın hayalleri ile olduğu yerde saydığına muttali olur ve hasretle inler.

Bazen hiçbir şey bilmeden yola çıkıp da, belli bir süre sonra fıtrat ve tabiatın rehberliğinde kendi ham hayallerinden kurtularak, fıtrat yolu İslâm’la tanışanlar da çıkabilir ki, bir bakıma bunun da kendine göre bir güzellik ve bir cazibesi vardır. Hatta ülfet ve ünsiyet gölgesi henüz üzerlerine düşmemesi bakımından, böylelerinin Müslümanlığında ayrı bir tat, ayrı bir tazelik ve ayrı bir taravet de olabilir. Ancak, böylesi çok ve yaygın değildir. Umumiyetle, ondan uzak yerlerde neşet edenler, onu kendi özüyle, kendi şivesiyle bilemez ve kendi orijini, kendi hususiyetleri ile tanıyamazlar. Zaten başından bu yana belli yanlarıyla “âbâ-an-ced” hep vicâhî intikal eden bir kültür başka türlü de olamazdı.

O, lâhutî soluklarını duyurabildiği dünyanın ve o dünya insanının Cenneti gibidir. Onu şuurlarıyla tartıp tanıyanlar, onda, başka hiçbir şeyde rast gelemeyecekleri harikalar bulur ve harikalar tanırlar. Bu şuurla onun ışıktan ikliminde dolaşanlar, geçtikleri her yerde yol boyu sihirli çeşmelerin aktığını görür.. suların, rüzgârların, dağların, ovaların dile gelip onunla konuştuklarını duyar ve bütün şanlı geçmişi onun ruhuna sinmiş bir ses, bir mûsıkî gibi hisseder.. geçen günleri, değişen renkleri, hiç geçmemiş, hiç değişmemiş gibi, onun aydınlık atmosferinde tekrar ber tekrar yaşarlar.. ve âdeta her fâni ruh onda ölümsüzlüğün bir buudunu bulur ve ötelerdeki ebediyetine menfezler açmış olur…

Şurada-burada serseri gezen ruhlar, ne zaman onun ünsiyet esintili sinesine dönseler, kendi kendilerine, “İşte rüya ve hülyalarımızda aradığımız dünya!” der; düşünce ve ihsaslarını onun baharlar gibi engin, canlı ve renkli iklimine salar, fâniliğe rağmen ölümsüzlüğe uyanırlar.

Onun yakuttan havası, ışığı ve sihirli atmosferine girenler, çok defa, “Neden insanların çoğu bu cennetâsâ dünyaya karşı lakayt kalıyor ve nasıl olur da insanlık, iliklerine kadar işleyen onun bu diriltici soluklarını duymuyor..?” demeden kendilerini alamazlar. Evet, o, böyle derinden derine ruhun bütün ihtiyaçlarını söylerken, en derin, en hüzünlü bir ses olarak gaflet ve dalgınlıklarımızı delerken, nasıl oluyor da bu büyülü sese, bu coşturan soluğa karşı alâkasız kalabiliyoruz! Nasıl oluyor da hayatı idrak ettiğimiz günden bu yana, onun gözümüzün önünde ördüğü, parlattığı, o hoş ve gönülleri hoplatan güzellikler şiirine karşı duyarsız olabiliyoruz!

Onun dünyasında her şey bir aşk büyüsü ile sihirli gibidir. Gündüzler, bu masmavi âlemin büyüsü içinde doğar, aydınlanır ve sinelere bir bir boyasını çalar, öyle gider.. geceler insanın derinliklerine matkaplar salıyor gibi en düşündürücü duygularla gelir, gönüllere bir avuç kor atar-geçer.. sabahlar insanı en tatlı ses, rayiha ve esintilerle kucaklar.. bağ ve bahçelerden yükselen çiçeklerin kokuları, damla damla sağdan soldan dökülüp gelen kuşların cıvıltıları ve yer yer gölgeler gibi bir belirip bir kaybolmaları.. zaman zaman gerçeklerin gölgelere karışması, vakit vakit de gölgelerin gerçekleşmesi, evet, bütün bunlar âdeta bir hayret ve ürpertinin besteleri gibidirler.

Düşünce dünyasıyla bu seviyeyi yakalayabilenler, kendilerini Cennet yamaçlarında seyr ve tenezzühe çıkmış gibi hisseder, gönüllerinde ebedî var olma ve aşkın nefeslerini duyar, sonsuzluk için yaratılmış olmanın hazları ile büyülenir giderler.

***

Not: Bu hafta mescidimizde okunan Cuma Hutbesi, Muhterem Hocamızın Sızıntı Dergisi Haziran 1990 sayısı için kaleme aldığı makaledir.