Cuma Hutbesi: Hak Düşüncesi

Cuma Hutbesi: Hak Düşüncesi
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Share

Paylaş

İnsan hayatının en yüksek gayesi, ferdin yükselip ruhuyla bütünleşmesi, “fizik ötesi” aydınlıklara ulaşarak, Yaratıcı’nın esrarına vâkıf olması ve ruhanî zevklere ermesidir. Bu ulvî hedefe doğru kanatlanan ruh, hep mutlu; bu istikamette gösterilen her gayret içlere aydınlık verici ve mübeccel; bu hayatı ele alan insan faziletli ve öyle insanların ülkesi de fazilet beldesidir.

İnsanı, hayvanlardan bir hayvan telâkki eden düşünce, ona en büyük kötülüğü yapmıştır. Bu düşünce, evvelâ fertte yücelme arzusunu yıkmış; onu alıp fazilete götürecek yolların bütününü tıkamış ve insan cemaatlerini, haşarat sürüleri hâline getirerek, onları, kendilerine eğilme, kendilerini kontrol etme idrak ve iradesinden mahrum bırakmıştır. Bu telâkkiye göre, kuvvetlinin zayıfı yok etmesi; mücadele imkânı bulamayanların kahrolup gitmesi gayet tabiî ve zarurîdir. “Natürel seleksiyon”dan alınan bu anlayışın, insan cemaatlerine tatbik edilmesi, hakka hürmet hissini yıkmış; kuvveti azgınlaştırmış ve hürriyet fikrini sınırsızlaştırarak, insanı diğer canlılar seviyesine düşürmüştür. Bu yanlış telâkkiye göre hak, bütün müesseseleriyle kuvvete bağlanmış; kimin bedeni, pençesi, yumruğu kuvvetli, kimin, kalemi, cerbezesi yerinde; kim, ileri gelenlerle münasebet içinde ve varlıklı ise, o haklı görülmüş, alkışlanmış; kim de zayıf, iktidarsız, parasız ve müdâhene bilmiyorsa, hep horlanmış ve küçük görülmüştür. Ve tabiî, bu arada, ruhun kuvveti, hakkın kuvveti, inancın kuvveti hafızalardan silinerek, nesillere unutturulmaya çalışılmıştır. Bu durum ise hakkı ve ehl-i hakkı, mütegallib[1] zalimler karşısında zayıf düşürmüş, dolayısıyla da zillete uğratmıştır. Hele bunun ardından, insan nefsini şaha kaldıran, şahsî haz ve menfaatlere düşkünlük gibi alçaltıcı düşüncelerin ruhları çepeçevre sarması, bu iklim insanını bütün bütün zalimlerin oyuncağı hâline getirmiştir. Artık toplumca, aç kurda karşı sevgi gösterilmekte; o da dönüp bu canlı cenazelerden dişinin kirasını istemektedir.

Geçen asırlarda, zalimlerin konaklarının etrafında, mutluluk araştırma uğruna, zillet gören, horlanan, buna karşılık, zulmü alkışlayan, zalime methiye çekenlerden halkalar teşekkül ediyor; kuvvete tapanlardan kuyruklar oluşuyordu. Daha sonra ise bunların yerine, o güne kadar zulme uğradığını iddia eden ayrı bir güruh; hem de kin ve nefret hissiyle ortaya çıkacak ve “Lânet ile anılan cebâbirenin en küstahına rahmet okutturacaktır.” Bu dönemde de yine kuvvet hâkim, hak ve haklı onun elinde esir… Değişen şey, sadece müstebit bir azınlığın yıkılması ve istibdadın tevzi’ edilmesinden ibarettir…

Eskiden zulüm ve gadrin bir veya birkaç şahıstan gelmesine karşılık, şimdi yığınlar zalimdir. Geçmişin gaddar fertlerinin yerinde, her tarafa yayılmış şebekeler vardır. Artık cemiyet içinde, yaşayan onlar, gülüp eğlenen onlar ve her tarafta neşeli görünen onların uğursuz ve sarhoş çehreleri… Bu toy-düğün içinde mazlumun iniltisini ne duyan, ne de ses veren var!..

Bu hususlar, ne ilk hâlleri, ne de acıklı ve ızdıraplı neticeleriyle bizim dünyamızın görüp bildiği şeyler değildi. Bunlar, hemen bütünüyle ilk defa, hak mefhumunun bilinmediği, hürriyet anlayışının suiistimal edildiği batı toplumu içinde belirdi. Sonra da “sanayi inkılâbı” ve gelişen teknolojinin vesâyâsı altında, dünyanın her tarafına yayıldı. Henüz gelişmemiş ülkelerin, ilme ve tekniğe duydukları aşırı sevgi ve alâka sayesinde, hemen her yerde hüsnü kabul ve misafirperverlik gördü. Böylece ilim ve teknolojiye gösterilen iştiyak, gidip berbat bir “açık kapı” siyasetine incirar[2] etti. Artık, parola sorulmadan, millî bünyeye uyup uymadığına bakılmadan, her şey içeriye alınıyor, her şeye evet deniyordu; tabiî, daha çok da içtimaî bünyeye zararlı olan şeylere… Böyle bir devreden sonradır ki; bu ülkenin insanı, Bavyera çılgınlığı ve Anglosakson ahlâkıyla sarhoş, aldatan aldatana, ezen ezene.. kuvvet, tek söz kesen; hürriyet dillerde pelesenk ve her mefsedetin dayanağı!..

Bu yeni felsefeye göre, tüccar, malını istediği fiyata satmada; ihtikârcı, mevsim kollayıp mal stok etmede; bir kısım kimseler, atalarının fatihler olarak gittikleri ülkelere, bilmem hangi maksat ve gaye için gitmede; her gün biraz daha azgınlaşan ve şirazeden çıkan neşriyat, hem de irfan adına, “lâ-ahlâkîliği”[3] en ücra yerlere kadar götürmede; göze, kulağa hitap eden “yayın organları”yla, düşünce istikameti, din, dil tezyif edilmede; mektep çağındaki gençler, her türlü yüksek duygu ve millî değerleri ezip geçerek “kargaşa”ya pey çekmede; dinî his ve düşünceyi istismar edenler, her mırıldanışlarına karşılık, halktan bir şeyler beklemede ve bir şeyler cerretmede[4] hürdürler ve böyle davranmakta da hem haklı, hem de akıllıdırlar! Ah, bütün mel’anetlere geçit veren hürriyet, sen ne zalimsin!..

Evet, bugün insanlığın büyük bir kısmını kıskacı içine alan bu düşünceye göre, çok hasta celbetme yolunu keşfetmiş bir tabip; haklı-haksız her davayı omuzlayan bir avukat; ilim ahlâkı ve mesuliyet duygusundan mahrum ve çizdiği projelerle sadece kazanmayı düşünen bir mühendis ve mimar; hançeresini, halkın saf duygularını istismarda kullanan ağıtçı sanatkâr; sattığı gıda maddelerini akla hayale gelmedik şekilde bozan ve fakat, müşteri temin etmesini de bilen satıcı; sahte ilaçlarla, halkın sağlığıyla oynayan eczacı; yağı patatesle, sütü su ile karıştıran mandıracı akıllı ve becerikli; buna mukabil, kendi hakkı kadar başkalarının hak ve hürriyetlerine de saygılı olan, fazilet için yaşayan yüksek ruhlar aptal ve muhâkemesiz!..

Temelinde, her şeyin maddeye dayandırıldığı böyle bir dünyada, hakikî insan ve insanî cemaatler yerine, bir hayvan topluluğu, bir cismâniyet ve beden insanlığının ikâme edilmesi, insanî değerler ve hak mefhumunun unutulması tabiî ve kaçınılmaz olur. Oysaki insanlığın mutlu geleceği, hakka gereken değerin verilmesine; onun, bâtılın savletinden kurtarılmasına; hürriyet anlayışının sınırlandırılmasına; düşünenlerin, çalışanların, başkaları için yaşayanların ve hayatlarının meyvelerini milletlerine armağan edip bir garip gibi bu dünyadan göçüp gidenlerin hürriyetlerine arka çıkılıp onların “ilelebet” yaşatılmasıyla mümkün görülmektedir.

Evet, artık bizler, bedenî hazlarının esiri ve alçaltıcı duygularla her gün biraz daha sefilleşen çehreleri görmek istemiyoruz. Bizler, Hakk’a esir olmakla, vicdanında huzura ermiş ve zalimlerin karanlık ve şâibeli işlerinden uzak kalabilmiş, nâsiyesiyle semavî güzellikleri aksettiren, temiz sîmâları görmek istiyoruz. İnanç ve ümidin, hizmet ve sevincin, sevgi ve insanlığın rengârenk birer çizgi hâlinde billûrlaştığı bu çehreleri, mesut ülkenin koruyucu melekleri sayıyor ve alkışlıyoruz.

Sonsuzluğa doğru aka aka durulmuş, tali’ine şükran hisleriyle tebessüm eden ve deryada mâhînin, sahrada âhûnun diliyle bütün güzelliklerin kaynağı Yaratıcı’yı araştırıp soran, ebed bezmiyle kendinden geçmiş bu hakikat erleri ne mübecceldirler!..

[1]   Mütegallip: Zorba. Hak ve hukuka hürmet etmeden geçinen.

[2]   İncirar: Bir neticeye doğru çekilerek sona erme.

[3]   Lâ-ahlâkîlik: Ahlâk dışı bir anlayış.

[4]   Cerretme: Para toplamak.

***

Not: Bu hafta mescidimizde okunan Cuma Hutbesi, Muhterem Hocamızın Sızıntı Dergisi Mayıs 1983 sayısı için kaleme aldığı makaledir.