Tekellüf ve Öz Yüreklilik

Tekellüf ve Öz Yüreklilik

Soru: Nur Müellifi, “Tekellüf, şer’an ve hikmeten fenadır;
çünkü, tekellüf sevdası, insanı, hadd-i mârufu tecavüze sevk eder. Mütekellif
olanlar, tefâhur tavrı ve riyakâr vaziyeti takınmaktan kurtulamazlar ki,
bunların ikisi de ihlâsı zedeler.” buyuruyor. Kaçınılması gereken tekellüften
maksat nedir? Tekellüf hangi hususlarda söz konusudur?



-Tekellüf; gönülden gelmeyen söz ve tavırlar sarfetmek, kendi isteğiyle
külfete girmek, gereksiz bir zorluğa katlanmak, gösterişe kapılmak, yapmacık
hâller sergilemek ve zoraki hareket etmek manalarına gelmektedir. (00.40)


-Ebû’l-Leys Semerkandî Hazretlerinin Tenbîhü’l-Gafilîn adlı eserinin
ihlâs bahsinde üzerinde durulan, Ahmed b. Hanbel Hazretlerinin
Müsned’inde geçen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: Allah
Rasûlü, “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir” deyince
sahabe efendilerimiz “Küçük şirk nedir?” dediler. Efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) de “Riya” karşılığını verdiler. Bir rivayette,
eşşirkü’l-esğar yerine eşşirkü’l-hafî (gizli şirk) ifadesi vardır.
Nedir Allah’a gizli gizli eş-ortak koşmak? Gösteriş yapmak, kendine ait olmayan
şeylerle kendini ifade etmek ve her fırsatta varlığını hissettirmeye
çalışmaktır. (02.00)


-Tekellüf, “izharu ma leyse filbâtın” manasını taşır; bu açıdan, insanın,
kalbine ait olmayan ve içinde yer tutmayan hususiyetleri sun’î olarak dışarı
dökmesi, tam sahip olmadığı bir malı peylemesi; hislerinde yoğurmadığı,
dimağında bir kalıba koymadığı ve tabiatının bir yanı haline getirmediği
şeylerle kendisini ifade etmeye gayret göstermesi merdut tekellüftür.
(05.00)


-Tekellüfün sebebiyet verdiği tefahur, taâzum ve nahvet hastalıklarının
tahlili… (06.45)


-Dinden diyanete geçişte tekellüfün olması tabiîdir. Başlangıçta insan biraz
zorlanabilir; tekellüflere girebilir. Fakat unutmamak lâzımdır ki, her mutâvaat,
tekellüfün bağrında yeşerir, gelişir, kök salar ve bir çınar haline gelir. Evet,
insan tabiatının bir mesele karşısında boyun eğmesi ve onu kabullenmesi
(mutâvaat), biraz zorlanma ve az sun’îliklere girme (tekellüf) sonrasında mümkün
olur. (08.06)


-Namazı “ikâme etmek” ile namaz “kılmak” arasındaki fark… (14.58)


-Erzurum’un kışında, her yanı donmuş şadırvanın başında, buz tutmuş
kurnalardan akan sopsoğuk suyla abdest alan insanları hatırlarım: Bambaşka
uhrevî bir edayla kollarını sıvayıp, paçalarını katlar ve muslukların başına
geçerler. O esnada hava o kadar soğuktur ki, parmaklarına değen su dirseklerine
gelene kadar neredeyse buz bağlar. Dışarının soğuğu suyun sertliğiyle
birleşince, daha ellerini yıkarken bütün hücreleriyle tir tir titrerler. Hele
bir de o titremeye iç titreme de inzimam edince ötelerle irtibatın sesi soluğu
olduğuna şeksiz şüphesiz inanacağınız bir ses yükselir semaya: “Allâââhümmme,
a’tınîîi kitâabîîi biyemîiinîiii ve hâasibnîii hisâaben yesîirâaa – Allah’ım,
hayatımın hesabını soracağın gün muhasebemi kolaylaştır ve amel defterimi sağ
tarafımdan ver!” diye inlerler. (16.37)


-Namaz, oruç, hac… gibi ibadetlerde de belli külfetler söz konusudur; fakat,
içinden gelmese de bunları yapması insana sevap kazandırır. Dinde “teklif-i
mâlâyutak” yoktur ama “teklif” vardır; Allah’ın rızasını tahsile bağlı külfetler
ve ihlasa alışma yolundaki tekellüfler makbuldür. (22.22)


-Çamaşırında bir kuşun gözü kadar pislik varsa insanların önüne geçip namaz
kıldırmamalısın!.. (23.14)


-Mü’min, “Yaptım oldu!” mülahazasından uzaktır; o her zaman “Allah nasıl
emretmişse, o şekilde yapmalıyım!” anlayışındadır. (24.35)