Türkiye Sevdalıları

Türkiye Sevdalıları
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Bizler Türkiye sevdalılarıyız. Ülkemizi,
vatanımızı, milletimizi, devletimizi,
dinimizi seviyoruz. Elin-âlemin bizi anlamaması,
muarız olması bizi doğru bildiğimiz
yolda yürümekten engellememeli. Kaç defa dedim, bir
kez daha diyeyim: Eğer ben ülkeme, vatanıma,
milletime, din ve diyanetime, kültürüme hizmet edemeyeceksem
yaşamayı abes sayıyorum. “Bu gayeler
uğrunda yaşıyorsam yaşamamın
bir manâsı var, yoksa Yâ Rab abes yaşamaktan,
bu dünyada boşuna yer işgal etmekten sana
sığınırım!” diye her gün dua
dua yalvarıyorum Rabbime.

Bu ruhu, bu duygu ve düşünceyi, bu ideali anlamayan
insanların varlığı, aleyhte kampanyalar
düzenlemeleri benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
Bu ifadeler “Onlar Türkiye’yi sevmiyor.” anlamına
da gelmez. Belki ciddi bir yanlış anlama ve
bundan kaynaklanan bir hazımsızlık var.
Veya şöyle ya da böyle bir despotizma var ortada.
Bütün bu olanlar anti-demokratik karakterlerin şe’nidir.

Dünyanın dört bir yanında, ancak nice fedakârlıklarla
yapılabilen eğitim faaliyetleri ortada. Hiç
unutamadığım bir hatıram var: Moskova’da
yapılan mezuniyet töreninde bir Rus öğrenciye
sordular: "İlerisi için idealin nedir, gelecekte
ne yapmak istersin?" Öğrencinin verdiği
cevap şu oldu: "Başta Türkler’le iyi
bir münasebete geçmek isterim." Ağladım
bu tablo karşısında ben. Hafife almayın
bu manzarayı. Bugün dünyanın dört bir yanında
pek çok kardeş ve dostumuz var. Bunun yanında
mütereddit ama karar aşamasında tercihini
bu ülke ile, bu ülke insanı ile dostluk ve işbirliği
istikametinde kullanacak bir çok insan var. Bunlar geleceğin
dünyasında geleceğin Türkiyesi için çok önemli
kaideler yani yapı taşlarıdır.

Unutmayın, artık dünyadan tecrit edilmiş
bir Türkiye’nin istikbal vadetmesi, hatta varlığını
sürdürmesi mümkün değildir. İşte bu eğitim
faaliyetleri bu manâda Türkiye’nin geleceğini teminat
altına almaktadır. Kim bilir bu vesile ile
kazanılan nice dostlar, gelecekte çok güçlü lobiler
oluşturacak. Katolik, Ortodoks, Protestan, Budist,
Hindu, kadın-erkek, zenci-beyaz, fakir-zengin,
entellektüel-halk her seviyede sizin için fahrî çalışan
dostlarınız olacak. Şimdi birileri bu
yakın gelecekteki şu manzarayı göremiyorsa,
Allah idrak ufuklarını açsın demekten
başka ne yapabilirim ki? Onlar anlamıyor diye
doğru bildiğimiz bu yolda duracak değiliz
ki? Onun için dedim, o insanların aleyhteki faaliyetleri
benim için bir şey ifade etmiyor diye.

Öte yandan tevhid anlayışımız
gereği bizler şöyle düşünüyoruz: Bizler
bilerek veya bilmeyerek bu işin içine itildik.
Bilerek deyişim milyonda bir dahi olsa iradenin
daha doğrusu iradedeki meyelân-ı hayr ve şerrin
hakkını vermek içindir. Yoksa bugün gelinen
nokta karşısında biz irademizin hissesini
biliyoruz. Kendi kabiliyetlerimizin farkındayız.
Eğitim seviyemiz, idrak ufkumuz hepsi meydanda.
Meseleye bir de bu açıdan bakınca, bizim irademizin
hiç dahli yok bu işlerde desek sezâdır. Şimdi
öyle ya da böyle artık belli bir noktaya varıldı.
Bundan sonra bunu bir emanet gibi sırtımızda
hissetmeli ve her şeye rağmen taşımaya
devam etmeliyiz.

Bir başka hatıra Balkanlar’da yaşayan
bir Gagavuz profösöre ait: Şarkiyat eğitimi
yapmış, Türkçe de bilen birisi bu. O Osmanlılar’la
günümüzdeki eğitim faaliyetlerini mukayese etmiş
ve demiş ki: "Osmanlılar devşirme
usulüyle bizim çocuklarımızı aldı,
kendi kültürleriyle onları yetiştirdi ve nihayet
onlarla bizi vurdular. Bizim ülkemizi bizim çocuklarımızla
fethettiler. Size gelince, sizler bizim çocuklarımıza
yine bizim adımıza günümüzün yükselen değerlerini
talim ediyor ve onlara seviye kazandırıyorsunuz."
Bu zatın Osmanlı’nın devşirme sistemi
hakkında yaptığı yorumlar belki
uzmanlarınca tartışılabilir bir
konudur ama günümüz adına söylediği şeyler
aklı başında her insanın bir gün
mutlaka kavrayacağı bir farklılıktır.

Evet, artık maddî kılıç kınına
girmiştir. Medenilere galebe ikna iledir. Güç ve
kuvvet ile insanları bir yere yönlendiremezsiniz.
Süper gücünüzle gider bir yeri işgal eder, yakar-yıkar,
öldürürsünüz ama bütün dünyanın tepkisini alırsınız.
Öte yandan akıl, mantık, muhakeme ile, evrensel
insanî değerlerle girerseniz, gönüllere sultan
olursunuz Allah’ın inayetiyle.

Bazıları diyor ki: "Bu büyük bir proje.
Bir cami hocasının –alaya almak, tahkir etmek
için böyle diyorlar- kafasından çıkmış
olamaz bu işler." Doğru. Ben hayatımın
hiçbir döneminde bu faaliyetlerin benim projem olduğunu,
benim kafamdan çıktığını iddia
etmedim ki. Allah’a sığınırım
bu türlü iddialardan. Bu her şeyden önce Allah’a
karşı bir küstahlık ve saygısızlıktır.
Bunların hepsi Cenab-ı Hakk’ın lütfudur,
ihsanıdır. O muhit ilmin, muhteşem kudretin,
baş döndüren iradenin sahibi bizleri istihdam ediyor.
Bizim manâ köklerimiz ve manevî beslenme kaynaklarımız
da bu tip düşünceler içine girmemize manidir.

Bu söz bana bir şeyi hatırlattı: Hazreti
Ömer, Yermük gibi çok ciddi bir savaşta ordu kumandanı
Hazreti Halid’i vazifeden alıyor. Çok muazzam bir
savaş, düşman kuvvetler müslümanların
en az on katı. İslam ordusunda şehit
sayısı oldukça fazla. Önemli simalar da var
bunlar arasında. Meselâ Ebu Cehl’in müslüman olmuş
oğlu İkrime ve Amr b. As’ın bababir kardeşi
Hişam da şehid. Ve işte böyle bir savaşta
Hazreti Ömer Halid b. Velid’i azlediyor. Koca Halid
sarığı boynunda halifenin karşısına
çıkıyor. Halid gibi bir insan: İki devletin
başına balyoz gibi inmiş, yerle bir etmiş,
tarihte eşini göstermenin zor olduğu müthiş
bir erkan-ı harp. Ama sarığı boynunda,
kumandanlıktan azl edilmiş, sıradan bir
nefer, Halife-yi rû-yi zeminin önünde. Diyor ki Hazreti
Ömer -ruhum ona feda olsun-: "Halid! Biliyorsun
seni çok severim. Fakat halk elde edilen zaferleri senin
şahsından biliyor. Halbuki ben biliyorum ki
bunları bize ihsan eden Allah’tır. Senin bir
mit haline gelmenden, putlaştırılmandan
endişe duyuyorum. Azlediş nedenim bu…"
Ve Koca Halid o güne kadar emrinde çalıştırdığı
bir adamın, Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın emrine
giriyor; giriyor ve hayatının sonuna kadar
savaşıyor. Evet Halid, gerçek bir mefkûre
insanıydı ve "Âşe hamîden, mâte
fakîden – Hep övgüye değer bir insan olarak yaşadı,
İslam’ın yitiği olarak da yürüdü öbür
âleme." Vefat etti; bir atı kaldı, bir
kalkanı, bir de kılıcı. İki
devleti yerle bir etmiş adamın arkada bıraktığı
mirası işte buydu.

Şimdi biz bu tarihi hâdisenin arkasında
yatan düşünce, inanç, bakış açısı
-ne derseniz deyin- işte ona bağlıyız.
Manâ kökümüz bizim bu. Bundan farklı ne düşünürüz
ne de hareket edebiliriz. Onun için bazılarının
kendi persektiflerinden, kendi değer ölçülerine
bağlı olarak söyledikleri şeyler benim
için bir manâ ifade etmiyor.

Evet, günümüzün mefkûre insanları konumlarının
farkındalar. Nerede, nasıl davranacaklarını
bilirler. O davranışların sebeplerine
de vakıftırlar. Şuurluca yaparlar yaptıkları
şeyleri. Maddi mukavemet yok artık günümüzde,
kavga yok, silah yok. Sevgi var, anlaşma var, uzlaşma,
başkalarına iyi örnek teşkil etme var.
Herkesin konumuna saygı, hoşgörü ve diyalog
var. Erzurumlular’ın deyimi ile "Ruh-u dil
yılanı deliğinden çıkarır."
felsefesine göre hareket etme var. Geleceğin Türkiyesi’nin
bu ruha, bu anlayışa ihtiyacı her zamankinden
daha fazla. Birileri istemese de bu ülke bizim ülkemiz.
Bu ülke benim ülkem. Türkiye’nin elli yerinden gelmiş
toprak var benim odamda, değişik değişik
kutular içinde. Kimi Kars’tan, kimi İstanbul’dan,
kimi Korucuk Köyü’nden. Hasretimi onlarla gideriyorum
ben!