Hastalık, Hastane Mülahazaları ve Ötelere Hazır Yaşama

Hastalık, Hastane Mülahazaları ve Ötelere Hazır Yaşama
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Öteden beri kalp atışlarımda bir aritmi (düzensizlik)
hissediyordum ama bu son yaşadığım farklı bir şey.
Son günlerde çok sıkılmıştım. Birkaç mesele oldu ki
adeta belimi büktü. Her insanın bir duyarlılık ve
hissetme seviyesi vardır. Her müslüman Allah’ın tanıtılması,
Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) adının
cihana duyurulması meselesinde dertlidir. Ben kendim
için dertli diyemeyeceğim, şu arzettiğim şeyleri bir
fazilet olarak da söylemiyorum; fakat ümmet-i Muhammedin
çektikleri sinemebir hançer gibi saplanıyor.

Dünyanın dört bir tarafında ezilen, horlanan, mazlum
ve mağdur durumdaki insanların hayali gözümün önünden
bir türlü gitmiyor. Onların ızdıraplı hali yanında
yüce dinimizi tanımayan insanların vaziyeti de içime
dert oluyor. Belki her vakit gönlümden şu duyguları
geçiriyorum: herkes İslam’ın nuruyla aydınlansın..
her gün bir kaç ihtida olsun.. ihtida etmeyenler de
hiç olmazsa hoşgörüye, diyaloğa açık yaşasın. Bunları
arzu ediyorum ve bu işin kolay olmayacağını da biliyorum.
İşin tabiatını bildiğim halde bu duygumun aksine cereyan
eden hadiseler beni hasta ediyor. Hatta bazen, “Benim
en başta vereceğim bir canım var. Cenab-ı Hak insanları
barış içinde, diyaloğa açık, kendisine ve kullara
karşı saygılı yapacaksa; bunun karşılığında da canımı
alacaksa hemen alsın da o neticeyi hasıl etsin.” diyorum.
Izdırap bu olunca kantar ne kadar şeyi tartar hesap
etmek lazım. Zannediyorum, herkes benden çok inanmıştır.
Herkes dinin i’lasını ister; herkes her yerde nam-ı
celil-i Muhammedî’yi duymak ister. Ama o güzel kullar
“Dertliyim dersin, öyleyse belay-ı dertten gam ızhar
eyleme” diyor ve dertlerini sinelerine gömüyorlardır.
Benimkine gelince o, sesli düşünce.. benliğimi saran
ve beni hasta eden çığlık.

En kötüsü de “iç sebb (kınama)” diyebileceğim bir hale
maruz kalıyorum ki o da beni fevkalade rahatsız ediyor.
Başta kendim daha sonra da çok sevip takdir ettiğim
arkadaşlarım hakkında bazen “Biz bunca zamandır neden
binlerce gönle giremedik. Oysa ki; kalplere girerek
Allah’ı kullarına sevdirmek yine Cenâb-ı Hakk’ın emri,
O’nun muradı.” Bu duygular benliğimi sarınca kendimi
zorluyor ve “Biz ne yaparsak yapalım hidayet Allah’ın
elindedir. Allah dilemeyince iman insanın kalbinde hasıl
olmaz. Bu işin tabiatı böyle.” diyorum. Fakat yine içimde
sebb başlıyor ve diyorum ki “Yahu! İnsanların samimiyetinin,
iradesinin hiç mi payı yok? Bu hususta sahabeyi muzaffer
ve muvaffak kılan şey neydi? Hz. İsa’nın havarilerini
muvaffak kılan neydi? Öyleyse durumumuzu gözden geçirmek
lazım. Neden onlar çok dertli ve insanlara iman nurunu
taşımada o kadar hızlıydı ve neden biz böyle aheste
davranıyoruz?” İşte böyle kafamda alıp veriyorum. Hayır,
bu hal müminler hakkında su-i zan değil, onlara olan
hüsn-ü zannın meydana getirdiği bir beklenti…

Bir mesele daha var ki ben de o aziz sultan gibi diyeyim;
“Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi/ Hatta kûşe-i
kabrimde bî-karar eyler beni/ İttihad etmekken a’daya
karşı çaremiz/ İttihad etmezse millet dağidar eyler
beni.” İnanan gönüller âşıkâne birbirine bağlı olmazsa;
hasbî ve fedakar olmassa; işe yaramadığı ya da yaramıyor
olduğunu zannettiği yerde kenara çekilmeyi bilmezse..
off.. öyle bir dert ki..

İşte bu gibi şeyler bana çok ağır geliyor. Yatıyorum,
uyuyamıyorum.. O gece de böyle oldu. Gece boyunca kıvrandım.
Sabah kalkınca birden şiddetli ter boşaldı. Eskiden
izordil alınca o sıkışıklık geçiyordu. Yine izordil
aldım ama geçmek ya da azalmak yerine kalp atışlarındaki
düzensizlik iyice arttı. Gitmek istemesem de, arkadaşlar
ambulans çağırmış, sedyeye koyup acilen hastaneye götürdüler…

Allah (Celle Celaluhu) değişik hadiselerle bize kendisini
hatırlatıyor. Bizi ikaz ediyor. “Soğukta durmayın üşürsünüz.”
diyor. O bizi zaten biliyor; hadiselerle de bizi bize
gösteriyor. Acı veriyor, canımızı yakıyor, ama neticede
bizi kendisine celbediyor.

Kalbin ritmi çok bozulunca doktorlar elektro-şok yapılması
gerektiğini, elektro-şokun tesirini azaltmak için de
uyutmaları lazım geldiğini söylediler. O an “tekrar
uyanamama da var işin içinde” diye aklımdan geçti. Son
birkaç nefes kendisine bahşedilen bir insan ne demeliyse
onu düşündüm. “Lâilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke lehû”
dedim, uyumuşum. Hamdolsun, ölseydim de hiç olmazsa
son sözüm yine “O” olacaktı.

Şu anda kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Bir kere
psikoloji olarak rahatladım; üzerimdeki kanı, alkollü
ilaçları yıkadım. Teyemmüm yapıp öğle ve ikindi namazlarını
cemederek kılmak zorunda kalmıştım. Şeran gerekli olmasa
da gönül huzuru için şimdi onları bir de kaza ettim.
Diğer namazlarımı da kaza edeceğim.

Erzurumluların çok güzel bir duası vardır; “Az ağrı,
âsan ölüm, tekmil iman-Kur’an” ile dünyadan gitmeyi
isterler. Ben bunun sonuna bir cümle daha ekliyorum
“ilâ yevmil kıyam, ila-yı kelimetullah’a devam” Kıyamete
kadar Allah’ın adını yüceltme vazifesine devam, diyorum.
Başka bir isteğimiz yok bizim. Allah’tan istediğimiz
bu. Ötelere yürüyeceğimiz ana kadar vifak ve ittifak
içinde hizmete devam.

Bazen insan hayatı yaşar, bazen de onu sırtında taşır.
Bazen hayatın santimi, santimetresi, saniyesi, dakikası,
cennetleri alabilecek kadar pahalı şeylerle geçer. Bazen
de insanın bütün bir hayatı Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğu
adına işe yarar ameller açısından ceviz kabuğunu doldurmayacak
şeylerden ibaret kalır. Sorsalar “Sen Allah için ne
yaptın?.. bu gün değil bütün ömrün boyunca ne yaptın?”
Maalesef, bazılarının bu soruya verecek cevabı yoktur.

Onların yaşadığı; kin, nefret, iğbirar ve düşmanlıkla
bulanmış acı bir vetire.. ve “aman vermeyin, vurun,
iflahlarını kesin” çığırtkanlıklarıyla dolu, cismaniyet
altında kalmış, ezilmiş, hayattan daha çok rezalet diyebilecegimiz
kabus gibi bir rüya.. Uyandıkları zaman anlarlar. Görününce
işin öbür ucu; tecelli edince hayata terettüp eden;
hayatın gerçek burcu.. ne türlü bir bayrak dalgalandığını
görürler; şeytanın bayrağı mı, Hazreti Rahman’ın bayrağı
mı? İşte hepsi o kadar.

Biraz değiştirerek o Kutlu gibi diyeyim, eyvah aldandık,
şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle
bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir
uykudur. Bir rüya gibi geçer. Şu temelsiz ömür dahi
bir çay gibi akar, bir rüzgar gibi eser. Önüne katıp
sürüklediği de sizin hayatınızın hazan yemiş yapraklarıdır.

Yakınlarımdan bir tanesini vefatından sonra rüyada
görüyorlar. Yine abdest alma tavrı gibi hoş bir hali
var. Diyorlar ki; “Sen ölmedin mi? Nasılsın?” “Vallahi
ahiret çok kötü değil, hatta dünyadan daha iyi.” diyor.
“Peki sen cennetlik misin cehennemlik mi? diye sorulunca,
“İşte ona gelince onu bilemiyorum.” diyor. Bu hususu
biz de bilmiyoruz; bildiğimiz birşey varsa akıbetimizden
endişe etmemiz gerektiği ve ona hazırlık yapmamızın
lüzumu.

Aslında, cennetlik mi-cehennemlik mi olduğumuzu merak
etmek değil de, o mevzuyu çok iyi bilmiş olmanın gerekleri
neler onları yerine getirmek önemlidir. Mesela, bilseydin
ki iki alternatif var. Hayattan sonra ölüm var; daha
sonra hayatın hesabını vermek, ebedi saadeti kazanmak
ya da kaybetmek var. İşte bir haşr u neşrin, cennet
ve cehennemin varlığını bildikten sonra ne yapmak lazımsa
onu yapmak önemlidir.

Hz. Ali’nin Dehriyyuna dediği gibi: “Siz diyorsunuz
ki cennet yok, öbür alem yok, ebedi saadet yok; ben
de diyorum ki bu inkar ettiklerinizin hepsi var. Şimdi
iş benim dediğim gibi ise, siz ne kaybettiğinizin farkında
mısınız? Farzedelim ki; sizin dediğiniz doğru olsun.
Ben ne kaybederim ki. Sadece hayatımı disiplin içinde
geçirmiş olurum.” İşte, basit bir ifade içinde yüksek
bir mantığın seslendirilmesi..

Ölüm… Bir anlık bir mesele. Hiç gaflete tahammülü
yok. Kalpte bir iğbirar, bir kendini beğenme, kibir,
amelde başka mülahazalara girme.. ya o gaflet anında
bastırırsa ne yaparsın. O kopukluk içinde gelir çullanırsa
ne edersin. Daha kötüsü de vardır ama o buradaki arkadaşlardan
fersah fersah uzaktır. İçki içip sarhoşken denize uçanlar;
alkolden ölenler; birbirini bıçaklayanlar; fuhşiyât
içinde gidenler, bunlar meclisten dışarı şeyler.. Hep
dışarı kalsın, evlad u ıyalinizden de arz ve sema uzaklığında
uzak kalsın.

Bir düzen kurulmuş; bu düzen tamamen ebedi alem için
işliyor, çarklar hep onun için dönüyor. O aleme ait
ürünler hasıl ediyor. Bu düzene uymayanlar düzensiz
yaşıyorlar. Onlar da enerji sarfetseler bile anarşist
enerji sarfediyor, aritmik yaşıyorlar. Ahiret buutlu
yaşamayanların hayatlarında çok huzurlu oldukları da
söylenenemez. İyi inansa insanın hiç kaybı olmaz. Ve
inancın gereğini yaşamak –Üstad’ın namaz için dediği
gibi- çok ağır bir şey de değildir.

Büyük bir talihsizlik; Allah’ı tanımama, ahireti bilmeme.
Ne liyakatımız vardı ki?.. O bize lutfetmiş. Azıcığını
bile olsa.. numunesini vermiş; “bakın, tadın” demiş.

Evet, akıbet ve encam çok önemlidir. İnsan, hayatın
bir noktasında öyle köpürür ki mağmağalar gibi, fakat
hafizanallah bir inkıtaya girer, bir insilah (Araf suresi
175’inci ayette zikredilen şahısta olduğu gibi inanç
ve itikadından yavaş yavaş sıyrılıp kopma) başgösterir.
Hiç farkına varmadan uzaklaşır.. uzaklaşır, hiç duymamış,
tadmamış gibi olur. Kupkuru, kaskatı bir ceset gibi..
Encam çok önemlidir. O da ısrara bağlıdır. Katiyen kendi
ameline, kendi marifetine güvenmemeye bağlıdır. O’nun
emrettiği şeyi katlayarak yapma fakat katiyen kendine
güvenmemeye..

Her şey Senden Sen ganîsin/Rabbim
Sana döndüm yüzüm.

Acz, fakr, ihtiyaç, şevk, şükür mesleğinin gereği budur.
İnsanın, sürekli kendisinin bir sıfır olduğu mülahazasıyla
yaşaması.. Onun için Allah Rasulü (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle buyuruyor: Allahümme ahsin akibetena
fi’l-umuri kulliha ve ecirna min hızyi’d-dünya ve azabi’l-ahirah-
Allahım, yapıp edegeldiğimiz bütün işlerimizin neticesini
hayırlı ve güzel eyle. Bizleri dünyada rezil rüsvay
olmaktan ve ahiret azabından koru.” “Ahsin akibetena-sonumuzu
hayır eyle”, akıbetimizi ihsan televvünlü eyle, diyor.
Yani, en büyük lütufta o zaman bulun bize, gözümüzü
aç. Bizleri Sana kulluk yapıyor olma zirvesine ulaştır.
Varlığını benliğimize bütün enginliği ile duyur. Ve
başka şeylere ihtiyaç bırakmayacak şekilde kendinle
bizi doyur. Amin!..