Gurbette Bir Bayram Sabahı

Gurbette Bir Bayram Sabahı
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Yeryüzünde sürekli, küfürle-iman, şeytanla-insan,
kötüyle-iyi arasında mücadele yaşanıyor.
Bazen iyiler, bazen de kötüler cephesi galip geliyor.
Sürekli rövanş alıyorlar birbirlerinden de
diyebilirsiniz buna: “Geçenlerde sen benim hakkımdan
gelmiştin, şimdi sıra bende” tarzını
andırır rövanş mücedeleleri bunlar.

Bununla beraber Hazreti Adem’den bu yana olan/olması
gereken bu iken bazıları kendilerini salmış,
Mefisto’ya teslim olmuşlar. Ne şeytanla, ne
de şeytani düşünce ve temsilcileri ile mücadele
etme azim ve cehdleri yok. Halbuki küfür ve ilhad karşısında
yılmamak, ümitsizliğe düşmemek gerektir.
Uhud’da Ebu Süfyan’ın söylediği gibi: “El-harbü
sicâlün”. Kur’an da “Ve tilke’l-eyyâmu nüdâvilühâ
beyne’n-nâs – Zafer günlerini insanlar arasında
nöbetleşe döndürür dururuz.” buyuruyor. Ayette
ihtiyar buyrulan “tedâvül” kalıbıyla
dairevî bir duruma işaret ediliyor. Herkesin kapısı
çalınıyor; bazen bir muştu, bir bişaretle;
bazen de şeâmetle. Bazen içeriye uğursuz bir
ses, bazen müjde geliyor. Ve bu durum insanlığın
ilk gününden bugüne kadar hep böyle hiç değişmeden
devam edip geliyor.

Bu zaviyeden etrafımıza baktığımızda
ümit-bahş olan şeyler de var, endişe-âver
olanlar da. Kir de var, nur da. Levsiyât da var, tayyibât
da. Beraber iç içe akıyor hepsi. Bu durumda biraz
iyiye bakmak, iyiyi görmek, iyi ile müteselli olmak,
kuvve-i maneviyemizi kırmamak gerek. Yararlı
olan bakış açısı budur. Kötüye gelince,
ona karşı da tedbir almak, teyakkuza geçmek,
Kur’an’ın tabiriyle “Huzû hizrakum” (Tedbiri
elden bırakmayın!) çizgisinde bulunmak lazım.

Soru: Kader plânında, müslümanların galip
olduğu dönemlerde yaşayanlar, idbar dönemlerinde
yaşayanlara nisbeten daha şanslı denebilir
mi?

Hayır. Gerçi onların emin bir zeminde, günahlardan
uzak, zararlara maruz kalmadan yaşama avantajları
vardı. Fakat bu aynı zamanda kendini rahata
salmanın, gevşemenin, metafizik gerilimi kaybetmenin
sebebi de olabilir. Bu açıdan o dönemde yaşama
dezavantaj sayılır.

Meseleye bu zaviyeden bakarsak idbar dönemi müslümanlarının,
küfür düşüncesi ve temsilcileri karşısında
ezilmeleri ve hırpalanmaları neticesinde,
metafizik gerilimlerini sürekli canlı ve sağlam
tutma avantajları vardır. Bu avantaj onları
ister istemez inşa faaliyetleri içine sürükler.
Bana göre sıfırdan inşa etme, inşa
edilmiş ve dayanmış-döşenmiş
bir yerde kalmadan daha zevklidir. Onun kendine has
ayrı bir huzuru ve ayrı bir mutluluğu
vardır. Hani Akif der ya:

“Gül devrini görseydim onun, bülbül olurdum,

Ya Rab! Beni evvel getireydin ne olurdu!”

Bu, inşa edilmiş bir mekanda oturma talebidir.
Gerçekten o dönemde gelseydik Akif’in dediği gibi
sadece bülbül olurduk. Ama ben diyorum ki “Ya Rab!
İyi ki bu dönemde geldik.” Çünkü inşada
yer alma bülbül olmadan daha iyidir; daha iyidir zira
inşa yolunda koşturuyor olma insanı sahabilerle
aynı safa koyar.

Meselenin bir diğer yanı var: Allah Adil-i
Mutlak’tır. Her dönem için takdir buyurduğu
avantajlar ve dezevantajlar vardır. Onun için hadiselere
tek taraflı bakıp hüküm vermek veya temenniler
içinde bulunmak çok doğru olmayabilir. Ben zannediyorum,
tarihte yaşadığımız en muhteşem
dönemlerimiz bile gerek ferdî, gerek ailevî ve gerekse
düvelî (devletler arası) plânda bugünden daha tatlı
değildi. Kanuni cihan hükümdarı olduğu
dönemlerde kimbilir sabah akşam kan kusuyordu.
Bizim belki yüz tanemizin birden çektiği sıkıntıyı
o tek başına yaşıyordu. Ordu-yu
humayunda bulunan askerlerimiz cephelerde sınırlarımızı
koruma adına hırz-ı can ediyor ve ölüyorlardı.

Soru: Bütün bu açıklamalara rağmen bizim
“Ben, neden ikbal değil de idbar döneminde
yaratıldım?” sorusunu sormaya hakkımız
var mı?

Hayır yok. Rızadîde olmak lazım. İçimize
gelebilir bu dediğiniz şeyler. Ama Allah irade
vermiş bize. Onu kullanmalı ve Rabbimize karşı,
O’nun hükmüne karşı, kadere karşı
baş kaldırma sayılan duygu ve düşüncelere
geçit vermemeli. Tıpkı Ramazan-ı Şerif’te
orucu bozan şeylere karşı gösterdiğimiz
irade misillü irade göstererek bu türlü yanlış
mülahazaları baskı altına almalıyız.
Böyle yanlış şeyler aklımıza
gelirse hemen toparlanmalı, kendi kendimize “Lâ
yüs’elü ammâ yef’alü ve hüm yüs’elûn – O yaptığından
dolayı sorgulanamaz ama kullar sorgulanır.”
demeliyiz.

İsterseniz şahsım adına söyleyeyim,
ben hiç hâlimden müşteki değilim. Fatih dönemini
seçmekle bu dönemi seçmek arasında bana bir tercih
hakkı tanısalardı bugünkü durumumu seçerdim.
Şu anda hiçbir şey yapmıyor olmama rağmen
bunu söylüyorum: Eğer dünyanın dört bir
yanında çalışan, çabalayan arkadaşların
kuvve-i maneviyesine arpa kadar katkıda bulunuyorsam,
Allah o istikamette beni istihdam ediyorsa, şu
andaki konumumu cihan hükümdarlığıyla
değişmem.

Yoksa siz hâlinizden memnun değil misiniz? Bakın
Üstad bir şey öğretmiş bizlere: “Elhamdü
lillâhi alâ külli hâl, sive’l-küfri ve’d-dalâl – Küfür
ve dalâlet haricinde her türlü hâl için Allah’a hamd
olsun.” Ya küfür ve dalâlette olsaydık, nice olurdu
halimiz? Onun için herkes kendini tehlikeli hudut boylarında
nöbet tutan askerler gibi görmeli; görmeli ki ne fikren
soruda bahsedilen tarzda düşünceler içine girsin,
ne de amelen üzerine terettüp eden vazifelerde aksatmalarda
bulunsun. Ebedî hayatı peyleyen, ebed ebed deyip
inleyen insanlar için aslında bu zaman dilimi kaçırılmaması
gereken avantajlarla doludur. Yoksa hakikaten bizler
de can taşıyoruz, ten taşıyoruz.
İğne batıyor, çuvaldız batıyor,
irkiliyoruz. Bazen tekme yiyoruz, sarsılıyoruz.
Ama ebed, Cennet, Cemalullah gibi pahalı şeyleri
elde etmek başka türlü olmaz ki? İbrahim Ethem’e
bir velinin dediği gibi “Atlastan, ibrişimden
yataklar içinde Allah aranmaz ki!”

Evet biraz önce söylediğim gibi inşa çok
önemli. Çünkü kendi gününüzü değil, gelecek nesillerin
gününü ihya ediyorsunuz, onlar mutlu olsun diyorsunuz.

Soru: Derler ki “Bazen sükût konuşmaktan
çok daha zordur.” “Sükûtun Çığlıkları”
yazınızı böyle bir ruh hâletini yaşadığınız
zaman diliminde mi yazdınız?

Aslında içimde terâküm etmiş şeylerdi
onlar. İyi yaptım diyemem ama onu bir boşalma
olarak değerlendirebilirsiniz. Diyalog köprülerini
yıkan, yolları harap eden, bağları
bozup bahçeleri hâristana çeviren ve hayatı bir
anlamda yaşanmaz kılanlara karşı
bir boşalma. Aynı zamanda bir mesajdı
o, tarihe not düşmeydi. Hepsinden öte acz ve fakr
sığınağına girip her şeye
gücü yeten o Kadir-i Mutlak’a bir havaleydi. Ben böyle
diyorum da belki başkaları hafakan diyecek,
önemli değil.

İşin aslı hepiniz yaşıyorsunuz
bu türlü duygu ve düşünceleri. Bir düşünün,
içinizden geçen kelimelerle ifade etmediğiniz hissiyatınızı
kağıda dökseniz destanvâri bir şiir çıkmaz
mı ortaya? Ama susuyorsunuz ve susuyoruz. Zira
böyle bir sükûtun, upuzun, talâkatlı-fesahatli
hutbelerden daha beliğ, daha müessir olduğuna
inanıyoruz. Evet, sükût ediyoruz ama o sükûtumuzla
Firdevsî’nin “Şehname”sine benzer kitaplarla
anlatılamayacak nice şeyler anlattığımıza
inanıyoruz.