510. Nağme: İlahî İnâyetin Vesileleri

510. Nağme: İlahî İnâyetin Vesileleri

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şu hususları dile getirdi:

 “Gönülden..” demekle gönülden olmaz; “gönülden demek”le gönülden olur.

*İnsan, bir kere başkalarını sorgulamaya başlayınca sanık sandalyesine oturtmadık hiç kimse bırakmaz; daha baştan hüsn-ü zanna yapışmazsa, herkesi ve her şeyi yargılamaktan uzak kalamaz. Dolayısıyla, her fert nefsiyle hesaplaşırken -ye’se düşmemek şartıyla- kendini yerden yere vurmalı; fakat diğer insanlar söz konusu olduğunda hüsn-ü zanna sarılmalıdır.

*Ashâb-ı Kirâm efendilerimiz kulluk adına hiçbir zaman kendilerini yeterli görmemişlerdir; hele onlardan bazıları derin bir muhasebe şuuruyla hayatları boyunca hep nifak endişesiyle yaşamışlardır. Hazreti Ömer ve Hazreti Âişe Validemiz de işte bu kimseler arasındadır. Hâşâ ki o pâk dâmenlere nifak yaklaşmış ve bulaşmış olsun!.. Ne var ki, onlar, kendi engin muhasebe ufuklarının yanı sıra, bu halleriyle bize akıbet endişeli yaşama dersi vermiş, hesaba çekilmeden evvel nefislerimizi sîğaya çekmemiz konusunda rehberlik etmiş ve her zaman kusurlarımızı gözden geçirip telafi etmemiz gerektiğini göstermişlerdir.

*“Gönülden..” demekle gönülden olmaz; “gönülden demek”le gönülden olur. Aşk, heyecan ve marifetin bir mızrap gibi kalbe inmesi, o anki yürek yangınının dille seslendirilmesi, gönül nağmelerine gözyaşlarının eşlik etmesi ve bu hissiyatla her kelimenin ruhuna “Allahım Sen.. Sen.. Sen!..” iniltisinin sinmesi esastır.

 Allah’ın hususi teveccüh ve inayetinin önemli vesilelerinden biri, sürekli sohbet-i Cânan yörüngesinde yaşamaktır.

*Hâlis mü’minler gözlerini rıza ufkuna diker ve sürekli murad-ı ilâhîyi takip ederler. Onlar, bütün ibadetlerini sadece emredildiği için yapar, ubûdiyetlerini/kulluklarını dünyevî hiçbir gayeye bağlamazlar. Hatta rıza ve Rıdvan dışında uhrevî beklentilerden de sıyrılmaya çalışır, O’ndan yalnızca O’nu dilerler.

*Allah’ın hususi teveccüh ve inayetinin önemli vesilelerinden biri, sohbet-i Cânan yörüngesinde yaşamaktır. Bir araya geldiğimizde asıl maksat ve hedefimiz, iman ve imanda derinleşme mevzuları olmalıdır. Biz her zaman, bu istikamette gerekli cehd ve gayreti ortaya koyduktan sonra, “Hizmetlerimizle alakalı şöyle bir mevzu da vardı; hazır bir araya gelmişken onu da görüşüp karara bağlayalım.” demeli; neyi, nereye koymamız gerekiyorsa ona göre davranmalı ve programlarımızı bu eksen etrafında örgülemeliyiz.

*Daha önce de değişik vesilelerle arz ettiğim üzere; bizim için ehemmiyeti ve büyüklüğü malum ve müsellem olan İstanbul’un fethi gibi bir hâdise için bile bir araya gelmiş bulunsak, öncelikli meselemiz “sohbet-i Cânan” olmalıdır. Evet, oturup kalktığımız her yerde Hazreti Mevlâna’nın ifadesiyle hep “sohbet-i Cânan” demeli, evvela Allah’a imanımızı bir kere daha yenilemeli, ilâhî mârifet ve muhabbetle bir kez daha dolma yollarını araştırmalıyız. Gönül kabı dolup taşacak şekilde o meseleyi köpürtmeli, daha sonra diğer konulara geçmeliyiz.

 Dünyada îsâr ruhuyla yaşayanlar, hatta bütün bütün isârlaşmış olanlar Cennet’e girerken bile o istikamette davranırlar.

*Allah’ın teveccüh ve inayetini celbeden mühim vesilelerden biri de uhuvvettir. Bir ve beraber olma çok önemlidir; “Vifak ve ittifak tevfîk-i İlâhiyenin en büyük vesilesidir!” Mü’minler bünyân-ı mersûs (parçaları birbirine kurşunla kenetlenmiş, sarsılmaz bir yapı) gibi olmalıdırlar.

*İnsanın, başkalarını kendisine tercih etmesi manasına gelen îsâr; ahlâkçılara göre, toplumun menfaat ve çıkarlarını şahsî çıkarlarından önce düşünmek demektir. Tasavvuf erbabınca ise, en hâlisâne bir tefânî düşüncesiyle topyekûn şahsîliklere karşı bütün bütün kapanıp, yaşama zevkleri yerine yaşatma hazlarıyla var olmanın unvanı kabul edilegelmiştir. وَلاَ يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ “Onlar, mü’minlere verilen şeylerden nefislerinde herhangi bir kaygı duymaz ve muhtaç olsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 59/9) âyetiyle -Ashâb-ı Kirâm’ın yüksek ahlakının bir derinliği olarak- işaret edilmek istenen îsâr zirvesi de işte budur.

*İhtimal burada îsâr ruhuyla yaşayanlar, hatta bütün bütün isârlaşmış olanlar Cennet’e girerken bile o istikamette davranırlar. Nitekim hadis kitaplarında ahirete ait şöyle bir tablo anlatılmakta ve zenginler ile âlimlerin karşılaşmaları nazara verilmektedir: Servetini Allah yolunda infak eden zenginler ile ilmiyle âmil olan âlimler Cennet’in kapısında buluşacaklar. Âlimler, cömert zenginlere hitaben, “Buyurunuz, öncelik sizin hakkınızdır, evvela siz giriniz. Çünkü şayet siz servetinizi Allah yolunda infak etmeseydiniz, ilim yuvaları açmasaydınız ve eğitim imkânları hazırlamasaydınız, biz ilim sahibi olamaz ve doğru istikameti bulamazdık. İlim yolunda bulunmamıza ve ufkumuzun açılmasına siz vesile oldunuz; biz size borçluyuz. Dolayısıyla hakk-ı tekaddüm size aittir, buyurunuz!” diyecek ve onlara hürmeten bir adım geriye çekilecekler. Fakat cömert zenginler, “Aslında, biz size borçluyuz; çünkü eğer siz o engin ilminiz sayesinde bizim gözlerimizi açmasaydınız, bize güzel rehberlik yapmasaydınız, tekvinî ve teşriî emirleri beraberce okumasını öğretmeseydiniz ve helalinden kazanıp Allah için infak etmenin güzelliğini göstermeseydiniz, biz servetimizi böyle hayırlı bir iş uğrunda sarf edemezdik. Siz kılavuzluk yaptınız ve bizi bir verip bin kazanma çizgisine taşıdınız. Bundan dolayı, dünyada olduğu gibi burada da öncülerimizsiniz; buyurunuz, evvela siz giriniz!” mukabelesinde bulunacaklar. Bu tatlı muhavereden sonra âlimler öne geçecek ve ard arda Cennet’e dâhil olacaklar. Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz bu hadiseyi sadece gelecekten haber vermek için nakletmemiş, aynı zamanda ümmetine îsârlaşma ufkunu göstermiştir.

 Büyüklüğün bir ölçüsü de her zaman hakka boyun eğmek ve doğru karşısında geri adım atabilmektir.

*İnsan, birlik ve beraberliği zedeleyebilecek tavırlardan kaçınmalı, kendisinin rağmına olsa da mutlaka hakka boyun eğmeli ve doğru karşısında geri adım atabilmelidir. Bu cümleden olarak; seyyidina Hazreti Ömer, evlilik akdi esnasında tesbit edilen mehir miktarı hakkında üst sınır belirlenmesi gerektiğini söylüyordu. (Bu, Ömer’ce bir zühul sayılabilir, bize göre bir zühul da değildir. Çünkü evlenmeyi kolaylaştırmak adına çok önemli bir husus olduğundan bunu hemen her aklı başında insan düşünmüştür.) O, bunu mehir miktarının evliliğe engel olmaması için yapıyordu. Bir hutbe esnasında mescidde irad edilen bu beyan karşısında, bugün adını sanını dahi bilmediğimiz bir kadın şöyle demişti: “Ya Ömer! Bu konuda Efendimiz’den duyduğun bir söz, senin bilip de bizim haberdâr olmadığımız bir ifade mi var? Çünkü Cenâb-ı Allah, Kur’an’da, وَإِنْ أَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنْطَارًا (Nisâ, 4/20) buyuruyor. Demek ki, kantar kantar mehir verilebilir.” Hazreti Ömer, o kadının itirazını yerinde bulmuş; kendi kendine “Yaşlı bir kadın kadar dahi dinini bilmiyorsun!” diyerek sözünü geri almış ve hak karşısında hemen boyun eğmişti.

*Daha önce dile getirmeye çalıştığım bir hususu tekrarlamakta fayda mülahaza ediyorum: Şayet Kur’an ve Sünnet ile kendinizi test ettikten, dünya adına herhangi bir hedef arkasında koşmadığınızı bir kere daha gözden geçirdikten ve kendinizi ciddi bir nefis muhasebesine tâbi tuttuktan sonra “Elhamdülillah, yürüdüğümüz yol, günde kırk defa tekrar ederek ‘Allahım, bizi sırat-ı müstakîme hidayet buyur’ deyip dilediğimiz, Nebilerin, sıddîkların, şehitlerin, salihlerin yürüdüğü yol.” diyebiliyorsanız.. bir diğer taraftan da dini ve diyaneti özüyle benimseyememiş, sindirememiş, içselleştirememiş, dini dünyasını mamur kılma adına kullanan kimseler aleyhinizdeyse, yürüdüğünüz yol doğrudur. Bu iki delilin pozitif olanını sağ tarafınıza alın, diğerini de sol yanınıza; Allah’ın izni ve inayetiyle, birer asâ gibi dayanın onlara; hiç tereddüt etmeden ve hızınıza hız katarak, Allah’ı sevdirme adına koşun dünyanın dört bir bucağına!..

 “Hiç korkmayın, tasalanmayın ve va’dolunduğunuz Cennet’le müjdelenip sevinin!”

*Dava insanı ahirete yürüyeceği zaman mutlaka bir hizmet başında olmaya bakmalıdır. Bu konuda, Hazreti Halid’in, ruhunun ufkuna yürüyeceği zamanki inkisarı çok ibretliktir. Hazreti Halid, son anlarını yaşarken “Ey Yermük, ey Mute, ey Halid’in günleri.. geçin gözümün önünden birer birer!..” der; bir fırtına gibi arkasından koşup durduğu ölümü yatakta karşılıyor olmaktan dolayı inkisarla kıvranır. Hıçkıra hıçkıra ağlayışını görüp “Neden ağlıyorsun?” diyen bir sahabîye şöyle cevap verir: “Vücudumda bir para kadar yara almadık yer kalmadı. Senelerce i’lâ-yı kelimetullah yollarında ölüm kovaladım. Fakat görüyorsunuz, şimdi eli kolu bağlı, yatakta ölüyorum.” O büyük kahraman rahat döşeğinde ölmeyi kendi adına bir utanma sebebi sayar. Evet, koşarken ölmek, bir hizmetle meşgulken Allah’a yürümek de çok önemlidir.

*Niyetinde, yaşayışında, söz, tavır ve davranışlarında hep istikametin temsilcisi olmaya çalışan adanmış ruhlar -kendileri onu hedeflemeseler de- gelecek nesiller tarafından hayırla anılacak ve birer yâd-ı cemil haline geleceklerdir. Onların âhirete yürüyüşleri ve melekler tarafından istikbal edilişleri ise, tariflere sığmaz bir güzellikte olacaktır. İstikâmet üzere yaşayanların mükâfatı bir ayet-i kerimede şöyle anlatılmaktadır:

 إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

“Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır.’ deyip sonra da istikamet üzere doğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner ha inerler; onlara ‘Hiç korkmayın, tasalanmayın ve va’dolunduğunuz Cennet’le müjdelenip sevinin!’ derler.” (Fussilet, 41/30)