493. Nağme: Durağanlık Felâkettir!..

493. Nağme: Durağanlık Felâkettir!..

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şunları söyledi:

O’ndan ne kadar uzak kalırsanız, o nispette de kendi dünyanızı karartmış olursunuz.

*“Cevâhir kadrini cevher-fürûşân olmayan bilmez.” (M. Lütfî) Altının, gümüşün, zebercedin, yakutun, mercanın değerini sarraflar bildiği gibi, ilim adamını âlimler, insanı da insanlığa yükselmiş olan kâmiller anlar. Cevher, bakırcılar çarşısında; âlim, cahiller arasında; insan, hayvanî ruhlar içinde; hakîm de, muhakeme ve vicdanın kulak ardı edildiği bir dünyada gariptir.

*Dünyayı bakırcılar çarşısına çevirip hala ıtriyat çarşısı şeklinde gösteren kimseler var.

*İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) etrafında hale olmaya yürümek lazım. O’na ne kadar yakın durursanız, ayın etrafındaki ışık gibi, ışığa dönüşürsünüz. O’ndan ne kadar uzak kalırsanız, o nispette de kendi dünyanızı karartmış olursunuz. Öyleyse otur kalk, hep o hâle içinde yerini alma rüyaları gör!..

*Cenâb-ı Hakk’ın bazı melekleri vardır ki, her zaman O’na müteveccih bulunurlar; bir ân-ı seyyâle olsun teveccühlerinde inkıta yaşamazlar. İnsan, Allah’a teveccühü ölçüsünde kıymet kazanır ve adeta melekleşir. Böyle bir insan gök ehlinin sürekli andığı ve takdirle yâd ettiği biri haline gelir.

Kurbet ve Vuslat Yolcusunun Ötelere En Yakın Karargâhı

*Allah Rasûlü’nün (aleyhissalâtü vesselam) rükûda okuduğu şu duayı bizler de namazlarımızda okuyabiliriz:

اللَّهُمَّ لَكَ رَكَعْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَلَكَ أَسْلَمْتُ أَنْتَ رَبِّي خَشَعَ سَمْعِي وَبَصَرِي وَمُخِّي وَعَظْمِي وَعَصَبِي وَمَااسْتَقَلَّتْ بِهِ قَدَمِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Allahım, Sana rükû ettim, Sana inandım ve Sana teslim oldum. Sen Benim Rabbimsin. Kulağım, gözüm, beynim, iliğim, kemiğim, sinirim ve ayaklarımın taşıdığı her şey, Âlemlerin Rabbi Allah’a boyun eğmiş, itaat etmiştir.”

*Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in secdede okuduğu dualardan biri de şudur:

اللَّهُمَّ لَكَ سَجَدْتُ، وَبِكَ آمَنْتُ، وَلَكَ أَسْلَمْتُ، سَجَدَ وَجْهِىَ لِلَّذِى خَلَقَهُ فَصَوَّرَهُ، فَشَقَّ سَمْعَهُ وَبَصَرَهُ، تَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ، خَشَعَ سَمْعِي وَبَصَرِي وَدَمِي وَلَحْمِي وَعَظْمِي وَعَصَبِي وَمَا اسْتَقَلَّتْ بِهِ قَدَمِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالِمِينَ

“Allahım, Sana secde ettim, Sana inandım, Sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratan, şekil veren, kulağını ve gözünü yarıp çıkaran (Yaradan)’a secde etti. En güzel, yegâne yaratıcı Allahım, Sen ne yücesin. Kulağım, gözüm, kanım, etim, kemiğim, sinirim ve ayaklarımın taşıdığı her şey, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a boyun eğmiş, itaat etmiştir.”

*Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in Hazreti Ebu Bekir’e öğrettiği dua şöyledir:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي ظُلْماً كَثِيراً، وَلاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ، فَاغْفِرْ لِي مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ، وَارْحَمْنِي، إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

“Allahım, muhakkak ben nefsime nâmütenâhî zulümde bulundum; günahları bağışlayacak Senden gayrı kimse yoktur. Nezd-i Ulûhiyetinden hususi ve sürpriz bir mağfiretle beni yarlığa, bana merhamet et; şüphesiz ki Sen yegâne Gafûr ve Rahîm’sin.”

Rabbenâ, hüznümüzü Sana arz ediyoruz!..

*Hazreti Yakup (ala nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselam),

اِنَّـمَا اَشْكُوا بَثِّي وَحُزْنِي اِلَى اللّٰهِ

“Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim.” (Yûsuf, 12/86) demiş ve halini Allah’a şikâyet etmişti. Ümmet-i Muhammed’den (aleyhissalâtü vesselam) çokları da aynı yakarışı seslendirmişler ve hallerini Allah’a şikâyet etmişlerdir. Hazreti Ömer’in (radıyallahu anh) bu ayeti secdede okurken hıçkıra hıçkıra ağladığı ve hıçkırıklarının en arka saflardan dahi duyulduğu rivayet edilir.

*Rasûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurur:

أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ فَأَكْثِرُوا الدُّعَاءَ

“Kulun Rabbisine en yakın olduğu an secde hâlidir; (secde ettiğinizde) duayı çoğaltın.” Zira secdede, Allah’ın büyüklüğünü ifadenin yanında insanın kendi küçüklüğünü ortaya koyması gibi iki mülâhaza bir araya gelir; bu iki mülâhaza bir araya gelip örtüşünce de Allah’a en yakın olma hâli zuhur eder. Evet, kul, tevazu, mahviyet ve hacâlet içinde başını yere koyduğunda ve hatta mümkün olsa başını topraktan daha aşağı götürme azmiyle secdeye kapandığında Allah’a kurbet hâsıl olur. İşte o ânı iyi değerlendirmek, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen ve Peygamber Efendimiz’den nakledilen niyazlarla Cenâb-ı Hakk’a yönelmek, ayet ve hadislerde geçmeyen duaları ise kelam-ı nefsi türünden mülahazalara emanet edip kalbin diliyle seslendirmek lazımdır.

Hiç durmamalı; insan kendini akîde, ibadet veya hizmet açısından durağanlığa saldığı zaman bir gayyaya yuvarlanıverir.

*İnsan yüce bir gaye-i hayale bağlanmalı; yüksek hedeflerin peşinden koşmalı ve himmetini hep âli tutmalıdır. Öyle ki, mefkûre muhacirleri bir anda dünyanın çehresini değiştirebilecek kadar yüksek gaye-i hayaller peşinde olmalıdırlar. Zira himmetler âli ise, davranışlarla ona yetişilemediği hallerde bile, Allah, niyetlerle o boşluğu doldurur ve kişiyi hayalinde kurguladığı hedefe göre mükâfatlandırır. Yani insan, realize edilemeyen güzel niyetlerinin bile sevabını alır.

*İster akîdeye ait meselelerde, ister ibadet ü tâat hususunda, isterse de Hizmet’e müteallik mevzularda himmet çok âlî tutulmalı. Şayet siz dünyayı ihya peşinde yaşarsanız, bu hayır yolunda tam muvaffak olamasanız ve gaye-i hayalinizi bütünüyle ikâme edemeseniz bile, o istikametteki her soluğunuz tesbih ve her adımınız bir ubudiyet sayılır, sizi Hakk’a yaklaştırır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yatsı namazını kılıp sabah namazına veya teheccüde kalkma niyetiyle yatan bir insanın uyanacağı âna kadarki bütün soluklarının tesbih sayılacağını müjdelemiştir.

*Dûn-himmetliler oldukları yerde kalırlar, bir gün kendi durağanlıklarıyla kendilerini helak ederler. Çünkü fizikî dünyada atalet kanunu ne ise, insanların ibadet hayatlarında da durum aynıdır. Samanyolu, hareketten bir gün dûr olsa, dökülür bütün yıldızlar küre-i arzın başına ve bitersiniz burada. Aynen öyle de insan kendini akîde, ibadet veya hizmet açısından durağanlığa saldığı zaman bir gayyaya yuvarlanır.

Allah zâlimlere fırsat vermesin fakat dünyamızı yıksalar da âhiretimize dokunamazlar ya!..

*Hizmet’te de himmet âlî tutulmalı; hiçbir şeyden yılmamalı!.. Bir rüzgâr gelmiş, bir tsunami oluşmuş, bir hortum vurmuş; sizin yirmi, otuz, kırk senedir ebced’ini, sübhaneke’sini oluşturduğunuz ve gözünüzü ilerilere doğrultup daha da geliştirme niyetinde bulunduğunuz koskocaman sistemler mecmuasını yıkıp götürüyor. Allah, zalimlere yıkma fırsatı vermesin!.. Fakat yıkıp götürse, en fazla, dünyanızı götürmüş olur; ahiretiniz adına bir şey kaybetmiyorsunuz, Allah’la irtibatınız ve Efendimiz’le münasebetiniz adına bir şey kaybetmiyorsunuz.

*Bir imtihanla yüz yüze olduğunuzu düşünüyor ve diyorsunuz ki: Hazreti Mevlâ, bir dönemde bol bol lütuflar verdi, şimdi bu dönemde de sarsıyor, bize sürekli travmalar ve değişik hadiselerle şoklar yaşatıyor. Fakat önceki vermesi sonra vereceklerinin en inandırıcı referansıdır. O, Veren’dir, el-Mu’tî; O, fazıl sahibidir. Hizmet’i bu hale getirdiği gibi, siz her şeyin durduğunu sandığınız bir dönemde bir de bakarsınız, vites dörtle gidiyorken birden bire sekize çıkmış.