342. Nağme: Büyüklük Ölçüsünde Tevazu ve Hep Talebe Kalmak

342. Nağme: Büyüklük Ölçüsünde Tevazu ve Hep Talebe Kalmak

Can dostlar,

Bu sohbette, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye sorduğumuz şu sualin cevabını bulacaksınız:

“Tevazu makalesinde, ‘Allah’a karşı yer ve konumunu belirlemiş olanlar, dinî hayatlarında da, halkla münasebetlerinde de, hususî murakabelerinde de hep muvazene içindedirler.’ deniliyor. Burada nazara verilen muvazene nasıl anlaşılmalıdır?”

Hakk’ın büyüklük ve sonsuzluğu karşısında, sıfır-sonsuz nisbetlerine göre insanın kendi yerini belirleyip, bu düşünce ve bu tesbiti benliğine tam mâl etmesi gerektiğini anlatan muhterem Hocamız, Allah’a kul olduğunun şuurunda bulunan insanların, O’ndan başka hiç kimseye kulluk yapmayacaklarını ve hiçbir güç karşısında boyun eğmeyeceklerini ifade etti. Bununla beraber, Hakk’a kulluğun manasını anlamış olgun insanların, halkla münasebetlerinde de mütevâzi, mahviyet içinde ve dengeli olacaklarını belirtti.

Hak karşısındaki konumunu belirleyebilmiş insanların dine karşı da tevâzu ve mahviyet içinde olacaklarını; onun ne menkûlüyle ne de mâkûlüyle hiçbir çelişki yaşamayacaklarını dile getiren Hocaefendi, öyle bahtiyarların, Rasûlullah tarafından tebliğ edilen, bilhassa temsil edildiği bilinen hiçbir meseleye, akla, kıyasa, zevke, siyasete -aslında, dinin ruhunda müstakim akla, sahih kıyasa, selim zevke, şer’î siyasete aykırı hiçbir mevzu yoktur- muhalif görseler bile karşı çıkmayacaklarını; taabbüdi meselelerde emre itaatteki inceliği kavramış olarak hareket edeceklerini vurguladı.

Mütevazi insanların, Abdullah bin Ömer hazretleri gibi, fevkalade bir dirayet ve kiyaset sahibi olmanın yanı başında dinin emirlerine uyma mevzuunda da “Bu adamın aklı hiçbir şeye ermiyor!” dedirtecek kadar safiyane davrandıklarını anlatan Hocamız, bu konuyu açıklama sadedinde Hac’da şeytan taşlama esnasındaki mülahazalarını seslendirdi.

Hak karşısındaki konumunu belirleyemeyen bir insanın zamanla “hadim” ve “talebe” olduğunu unutup hakim ve mürşid tavrına girebileceğini; böyle bir haddi aşmışlığın da insanı felakete sürükleyeceğini önemle ifade eden Hocaefendi, Hazreti Üstad’ın talebesi Albay Hulusi, Ahmet Feyzi, Tahiri Mutlu ağabeylerimizi “fevkalade büyüklükle beraber fevkalade tevazuu şahsında cemetmiş” insanlara misal olarak anlattı.

Türkçe Olimpiyatları boyunca kendi adı anıldığında hemen istiğfara yöneldiğini belirten Hocamız, yapılan güzel işlerde kendi payının da bulunduğuna dair mülahazalar uzaktan göründüğü zaman bile Allah’tan mağfiret dilediğini ve günde belki beş yüz kere istiğfar ettiğini, dahası her defasında bir kere estağfirullah demeyi de yeterli görmeyip “Bin bin, bir milyon estağfirullah ya Rabbi!” dediğini anlattı.

Hocaefendi sohbetin son kısmında “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, (bilin ki), Allah öyle bir kavim getirecek ki, O, bu kavmi sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı başları yerde, kâfirlere karşı ise onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah, atâsı, ihsanı çok bol olandır ve her şeyi en iyi şekilde yegane bilendir.” (Mâide Sûresi, 5/54) ayetini hatırlatarak, çok temkinli yaşamamız gerektiğine dikkat çekti.

“Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a imanınız tamdır.” (Âl-i İmran, 3/110) mealindeki ayet-i kerimeyi hatırlatan kıymetli Hocamız, başkalarına iyiliği emredip onları kötülükten sakındırma manasına gelen “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker” vazifesinin her Müslüman’ın yapması gereken bir mükellefiyet olduğunu; bu itibarla da sürekli sohbet-i Canan peşinde bulunarak birbirimize tevazu ve mahviyet hayırhahı olmamız lazım geldiğini vurguladı.

Özetlediğimiz konuların geniş açıklamasını ihtiva eden günün nağmesini 16:26 dakikalık sesli ve görüntülü dosyalar halinde arz ediyoruz.

Muhabbetle…