278. Nağme: Her Şey Sen’den, Sen Ganîsin!..

278. Nağme: Her Şey Sen’den, Sen Ganîsin!..

Kıymetli dostlar,

Günün nağmesi olarak 16:05 dakikalık ses ve görüntü dosyaları halinde arz edeceğimiz yeni çay faslında muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi şu hususları anlatıyor:

*Her şeyi irade, meşîet, kudret ve ilim açısından Cenâb-ı Hakk’a verme ve aklen, kalben, ruhen, hissen, fikren her yönüyle tam tevhide ulaşma neticesinde “Sübbûh” deme ve “sübhaneke” diye zikretme meleklerin şiârıdır. Çünkü onlar bütün bu hakikatleri şeksiz, şüphesiz görmekte ve sürekli tesbîhle bu müşahedelerini dillendirmektedirler. “Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin” (Bakara, 2/32) sözü bu tesbîhlerinin ayrı bir terennümü ve ifadesidir.

*Hazreti Musa (ala nebiyyina ve aleyhisselam), Firavun’un karşısına çıkacağı zaman “Ya Rabbî, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!” (Tâhâ, 20/25-28) demiştir. Bu dilek, onun talep mevkiinde bulunduğunu ve o kapıya yoldaki bir insan edasıyla teveccüh ettiğini göstermektedir. Hazreti Musa’da bir istek halinde ortaya çıkan bu husus, Peygamber Efendimiz’e Allah’ın bir lütfu olarak, “Biz senin kalbine inşirah vermedik mi?” (İnşirah, 94/1) âyetiyle mevhibe ve minnet ufkunda tecelli etmiştir. Diğer bir ifadeyle, Hazreti Musa’nın Rabbinden istediği inşirah-ı sadr, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’e bir nimet olarak verilmiş ve böylece O’nun şükran duyguları coşturulmuştur.

*Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz her noktada doygunluğa erişmiş bir insan olmasına rağmen, Cenâb-ı Hak, mazhariyetlerini yeterli görmemesi için O’na,

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِنْ قَبْلِ أَنْ يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا

“Gerçek hükümdar Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve ‘Rabbim, benim ilmimi artır’ de.” (Tâhâ, 20/114) buyuruyor. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz de her sabah ve akşam şöyle dua ediyor:

اَللَّهُمَّ زِدْنِي عِلْمًا وَلاَ تُزِغْ قَلْبِي بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنِي وَهَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً، إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ

“Allahım, ilmimi artır ve bana hidayet verdikten sonra kalbimi kaydırma; katından bana rahmet lütfet; şüphesiz ki Sen, çok lütufkârsın!”

*İlim ve marifete hiç doymamalı. İlim kadehinden içtikçe “Ey sâkî aşkın oduna yandıkça yandım, bir su ver / Parmağım aşkın balına bandıkça bandım, bir su ver! (Gedâî) ya da

أَلاَ يَا أَيُّهَا السَّاقِي أَدِرْ كَأْسًا وَنَاوِلْهَا

“Ey sâkî! Hele kâseni başımızın üzerinde döndür de bir kadeh şarap daha sun.” (Hâfız) demeli.

*“Biz gücümüz, kuvvetimiz, ilmimiz ve tecrübemizle bu işleri başarıyoruz” düşüncesi Kârunca bir düşüncedir. “Ben kendi ilmimle ve kendi iktidarımla kazandım” iddiası ancak Kârun’un ve onun torunlarının telaffuz ettikleri müşrikçe bir kuruntudur. Din ve millet yolunda hizmete gönül vermiş insanlar, Kârun gibi düşünüp Kârunca konuşacaklarına, gurur ve enaniyeti bırakmalı; aczinin, fakrının ve ihtiyaçlarının farkında olan kullar gibi tazarru ve duâ lisanıyla Cenâb-ı Hakk’a yönelmelidirler.

*Seyyidinâ Hz. İbrahim ve ona inananlar Allah’a tevekküllerini şöyle dile getirmişlerdir:

رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

“Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün ruh-u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız. Ey Ulu Rabbimiz, bizi kâfirlerin imtihanına (baskı, zulüm ve işkencelerine) mâruz bırakma, affet bizi; Şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’sin.” (Mümtehine Sûresi, 60/4-5)

*Üstad hazretleri, “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.” buyurmuştur. Sofilerin yaklaşımına göre, bu yolun sonunda “tefviz” ve “sika” karargahları vardır. Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde genişçe üzerinde durulduğu gibi, Allah’a güven ve itimat ile başlayıp, kalben her türlü beşerî güç ve kuvvetten teberri etme kuşağında sürdürülen ve neticede her şeyi Kudreti Sonsuz’a havale edip vicdânen tam bir itmi’nana ulaşma ile sona eren rûhanî yolculuğun başlangıcına “tevekkül”, az ötesine “teslim”, iki adım ilerisine “tefviz” ve son durağına da “sika” denilegelmiştir. Her şeyi bütün bütün Allah’a havale edip, yine her şeyi O’ndan bekleme makamı sayılan “tefviz”in hulâsası, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Tefviznâme”sinde şöyle seslendirilmektedir:

“Hak şerleri hayreyler / Sen sanma ki gayreyler / Ârif ânı seyr eyler /

Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.

Sen Hakk’a tevekkül ol / Tefviz et ve rahat bul / Sabreyle ve râzı ol /

Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”

*Alvarlı Efe Hazretleri, sürekli “Allah bizi insan eyleye!..” diye dua ederdi. Aklınıza “İnsan değil miyiz ki?” sorusu gelebilir; fakat, potansiyel insan olma başkadır, kişinin bütün istidat ve kabiliyetleriyle Allah’a kurbet kesbedip insan-ı kâmil ufkuna ulaşması daha başkadır.