“İman hem nurdur hem kuvvettir.”

“İman hem nurdur hem kuvvettir.”

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bu sohbetinde özellikle şu hususlar üzerinde duruyor:

*Belki İslam’ın zuhur ettiği andan itibaren şimdikiler gibi olmasa bile yine bir kısım herc ü merc yaşanıyor. O en güzide, en mümtaz insanlar arasında bile bu türlü şeylerin cereyan etmesi bize gösteriyor ki, bu ölçüde imana, iz’ana, yakîne, tevekküle, teslime sahip olmayan insanlar arasında haydi haydi bu meseleler olacaktır. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kitabu’l-fiten ve’l-melâhim başlığı altında nakledilen hadislerinde ahirzamanda cereyan eden hadiseleri anlatmak suretiyle, tabiat-ı beşeriyenin her zaman o türlü şeylere açık olduğuna vurguda bulunuyor ve bize tembih buyuruyor; “Temkinli olun, bunlar olacak” diyor.

Zalim Allah’ın Kılıcıdır!..

*Asya’da herc ü merclerin yaşandığı bir dönemde, Necmeddin-i Kübra Hazretleri Cengiz’in oraları işgal etmesi sırasında savaşarak şehit olmuştur. Cengiz onu bağışlamak istemiştir ama “hayır” demiş, “Ben Efendimiz’den bişaret aldım bu mevzuda, böyle duracağım!” O Hazrete sormuşlar: “Neden Cenâb-ı Hak bu belayı başımıza musallat etti?” Demiş ki: “Biz Asya’da birbirimize düşmüştük, birbirimizle yaka-paça oluyorduk; ‘Zalim Allah’ın keskin bir kılıcıdır, Allah onunla intikam alır, sonra döner ondan da intikam alır.’ Biz birbirimizi yiyorduk, birbirimizle günaha giriyorduk! (İnsan birbirini yiyince birbiriyle günaha girer. O onu yediğinden dolayı haram işlemiş olur, o da onu yediğinden dolayı haram işlemiş olur.) Daha fazla birbirimizi yiyerek büyük günahlara girmememiz için, bizi günaha sokmamak üzere Allah zalimleri musallat ediyor; tepemize balyozlar iniyor, ‘Aklınızı başınıza toplayın!” diyor.” Aslında o mevzuda kullanılan balyoz veya tokmak Cengiz’dir. Fakat unutmamak lazım, o Cenâb-ı Hakk’ın yed-i kudretinde kullanılan bir tokmak, bir balyozdur.

*Önceki dönemlerde hakiki müslümanların belki avantajlı yanları şuydu: O türlü sadmeler, kırılmalar yaşandığı zaman, başlarını kaldırıp baktılarında karşılarında âbide bir şahsiyet Alparslan’ı görüyorlardı, Nureddin-i Zengî’yi görüyorlardı, Şîrkûh’u görüyorlardı -Selahaddin’in amcasıdır-, Selahaddin’i görüyorlardı. Bu insanlar hem güçleriyle hem kuvvetleriyle hem İslamiyet’e bağlılıklarıyla, bir taraftan adeta İslam için bir serhad oluşturuyor, İslam’ın ırzına, namusuna, haysiyetine, şerefine geçilmesine fırsat vermiyorlardı; bir diğer taraftan da temsilleriyle o düşmanlarının gönüllerine giriyor onları fethediyorlardı.

*Evet bunlar hep yaşanmış ama o dönemin insanları, başlarındaki bu serkârları, o âbide şahsiyetleri görünce, bütün bütün ümitsizliğe düşmemişler. Yani şöyle böyle o bela ve musibet aralıklarından, Cenâb-ı Hakk’ın hususi mahiyette eltâf-ı hâssesinin birer tecelli, birer şua şeklinde onların dünyalarına aktığını görmüşler ve mütesellî olmuşlar.

Cennet’e Koridor Oluşturmak da Olsa Popülist Mülahazalar Merduttur!..

*Günümüzde kaybettiğimiz şey esasen odur! Müslümanlığı şeklî bir sahiplenme var. Yani “kendi düşüncemiz, kendi felsefemiz, kendi dünya görüşümüz” çerçevesinde… Bu okul açmakla da olabilir, fakat derdiniz şudur: Onları kendi dünya görüşünüze göre, hayat felsefenize göre, size Emîru’l-Mü’minin demeye göre, birileriyle kavgaya hazırlamaya göre yetiştirirsiniz. Bu mülahazaların hiçbirinde Allah’ın rızası yoktur! Bunların hepsi mel’ûn mülahazalardır. Nâm-ı Celîl’i i’lâya matuf bir hareket yoksa, milli ruh ve milli düşünceyi i’lâya matuf tavır ve davranış söz konusu değilse, bütün bunlar nefis hesabına, popülizm hesabına, kendini ifade etmeye matuf densiz davranışlardır. İsterlerse cennete giden koridorlar oluştursunlar! Mülahazalar böyle kirliyse, bunlar densiz davranışlardır.

*Aslında bir mü’minin hedefinde her gün; bir, Allah ile münasebetleri açısından, bir de topluma karşı sorumlulukları açısından, derinleşmeye doğru bir cehd, bir gayret olmalıdır. “Hel min mezîd” (Daha yok mu?) abidesi gibi imanda derinleşmeye doyma bilmeme.. bu ufka ulaşma gayreti içinde olma. E ne yapacak bu insan? Namazını öyle bir derinlik içinde kılacak! Zira onca kötülük adına derinleşmiş insanlara karşı mevcut sığlığımızla mücadele edemeyiz. Onların dünyevî güç kuvvet itibarıyla, şeytanî stratejiler itibarıyla, münafıkça tavırlar itibarıyla vur-kaç hesabıyla sizin karşınıza çıkmalarına mukabil, siz o oyunları oynayamazsınız; çünkü hepsi gayr-ı meşru.. Makyavelist  mülahazaların ifadesi. Size düşen şey, dinde derinleşme, Allah ile münasebette kavî hale gelme, hakikaten kalbinizle O’nun arasında bütün vasıtaların yok olup gitmesini sağlama. Namaz bunu yapar ama namazın namaz olması, daha doğrusu insanın namazlaşması lazım.

Teheccüdsüz Geçen Gecemizi Ölü Bir Gece Saymalıyız!..

*Biz kabiliyetimizin, istidadımızın, iç donanımımızın nereye kadar müsait olduğunu bilmediğimizden dolayı, himmetimizi âlî tutmalıyız; gözlerimiz hep göklerde olmalı; meleklerin arasında saf tutacağımız mülahazasıyla oturup kalkmalıyız ve ibadetlerimizi de ona göre yapmalıyız. Teheccüdsüz geçen bir gecemizi ölü bir gece saymalıyız. Evvâbînsiz geçen bir akşamı, karanlık bir akşam saymalıyız. Kuşluksuz bir gündüzü, güneşsiz bir gün saymalıyız.

*Her insan gözüne kestirmeli; haliyle, tavrıyla, davranışıyla, temsiliyle, “Acaba her gün bir tane adamın gönlüne girebilir miyim? Bir adamın gönlüne -hak ve hakikat adına- otağımı kurabilir miyim?” Eğer böyle bir şeye muvaffak olursa, bir senede 365 tane adam kazanmış olur. Fiilen kazanmasa bile, defter-i hasenatına kazanmış gibi yazılır. O bunu dilesin, muvaffak olduğu kadar muvaffak olacak. Fakat niyeti o olduğundan dolayı, her gün bir adamın gönlüne otağını kurmuş gibi Allah ona sevap ihsan edecek. Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.

*Benim himmetim o kadarına yetmiyor, ne yapayım? Evet, indireyim, biraz aşağıya çekeyim ben bunu. Her hafta bir tane adam kazanma! Senede 52 tane insan yapar. Allah onun sevabını verir. Bir de muvaffak olursa… Niyet öyle olunca o mevzuda, azim öyle olunca… Bir de “Ben bu insanların gönüllerine taht kurmak istiyorum!” gayreti bir donanım ister, bir ufuk ister, onlara hitap etme seviyesi ister, o seviyede onlara hitap ister. Dolayısıyla o mevzuda donanımda da kusur etmeyeceksin! Bakın, iki yanlı mükemmeliyete doğru, insan-ı kâmil olmaya doğru bir yürüme var. Diyelim olmadı.. yahu her ay bir tane adamın gönlüne otağımızı kuralım. Senede 12 tane olur; 12 tane insan kazanırsınız. Bin tane insansanız ya da bir milyon insansanız, kaça vardığını düşünün onun…

Bari Senede Bir İnsan…

*Daha aşağıya çekelim bunu; yahu Allah aşkına senede bir tane! 20 yaşında bu işe gözünüzü açmışsanız, 70 yaşında da ölecekseniz, önünüzde 50 sene var. 50 sene içinde 50 tane adam kazanırsınız. Fakat her şeye rağmen himmet âlî tutulmalı! Bence birinci derecede meseleye bakmalı, o ilk kademede yapılması gerekli olan şeyler ne kadar bir cehd, ne kadar bir gayret, ne kadar bir performans istiyorsa, bence onu sarf etmeye çalışmalı.

*Demek ki birinci olarak imanda, Rabbimizle münasebetlerimiz açısından derinleşmeli; O’nun gerçekten bir güç kaynağı, bir kuvvet kaynağı olduğunu duymalı, onu o hale getirmeli. O mevzuda zirveleşmeli. Yoksa hafizanallah, niyetinde zirveleşme olmayan bir insan, hayatında zırvalaşmadan kurtulamaz. Bir diğer taraftan da siz bir yönüyle Allah’ı insanlara sevdirirseniz, Allah (celle celaluhu) da sizi sever.

Yalana Doymayanlara Takılmamalı!..

*Bunlar meselenin pozitif yanlarıydı; negatif yanları da şudur: Günümüzde bir sürü güft u gû var, yalan haber neşreden jurnaller var. Şimdi gazete diyoruz, ilk defa jurnal deniyordu ona. Zaten manasından da anlaşılıyor, esasen şunu bunu gammazlama, onun bunun kusuruyla ayıbıyla uğraşma.. Hâlihazırdaki durumları itibarıyla öyle mi değil mi? “Hayır” diyemezsiniz, maalesef öyle. Tam jurnal manasının temsilcisi bunlar. Yalana doymuyorlar bir türlü. Mü’minin iman adına meseleyi artırmaya doymadığı gibi onlar da yalana, iftiraya, isnada, intikam duygusunu tetiklemeye, haset duygusuyla hareket etmeye doymuyor, doymuyor..

*Şimdi, esas vazifeleri bu mu? Fakat bunu vazife edinmiş ve ondan başka bir şey düşünemeyen, başlarını o levsiyattan dışarı çıkaramayan, dünyaları sadece o işin içinde dönüp dolaşan o insanlar, sürekli levsiyat attıkça ister istemez sizi ve bizi bazen meşgul ediyor. Bir de işte böyle levsiyattan sıyrılmasını bilmek lazım. Bir iki arkadaş bizi alakadar edebilecek meseleleri takiple sorumluysa şayet tekzibimiz adına, tavzihimiz adına, tashihimiz adına, tazminatımız adına… Çünkü esasen rencide edilmek istenen bir yönüyle Hareket, Camia ve Hizmet itibarı, onurudur. Bu aynı zamanda heyetin, camianın şerefi ve haysiyetidir. Daha başkalarını da düşünebilirsiniz, hatta Kıtmir’i içinizde bir insan kabul ediyorsanız, ona atılan şeyleri de kendinize atılmış gibi düşünebilirsiniz. Bu açıdan da bizim o hakkımız her zaman mahfuzdur. Onlar bin defa yalan söylemişlerse, biz de bin defa tekzip davası, tashih davası, tazminat davası açarız.. kessinler seslerini.

*Herkes bunlarla meşgul olmamalı. Bütün himmetimizi şu biraz evvelki pozitif meselelerde teksif etmeliyiz. Önümüzü kestiler; bir yolda yürüyorduk, birdenbire heyelan oldu, altından kalkılmaz kayalar yolumuzu kesti. Şimdi o mevzuda alternatifimiz nedir, nasıl aşarız onu? Alternatif yolumuz olmalı. Allah’ın insan fizyolojisinde, anatomisinde sürekli tatbik buyurduğu bir şey var. Kalbi düşünün, ana damarlar var, fakat onlarda ufak bir problem olduğu zaman kollateraller (yardımcılar, taliler, ikinciller, tamamlayıcılar) hemen vazifeyi derpiş ediyor, deruhte ediyorlar. Mutlaka kollaterallerimiz olmalı bizim. Bir tane asfaltımız vardı, şehrahımız vardı yürüyorduk. Yanına bir tane daha yaptık, ihtiyat. Hayır öyle değil; o kalbdeki espri neyse bence ona göre. Katiyen tevakkuf yaşamamalı.

“Ona ‘kıtmîr’ dediğimiz zaman diğerleri hemen dağılır!” sandılar.. ve aldandılar.

*Onlar zannediyorlardı ki, böyle bir yere bir darbe vurduğumuz zaman, Kıtmir’e Kıtmir dediğimiz zaman, -Allah Allah arkasındaki de sanki -bağışlayın- koyun sürüsü- onlar hemen dağılacaklar.. ve aldandılar. Adanmış insan sürü değildir! Kendini bir davaya vakfetmiş insan sürü değildir! O kitle psikolojisiyle hareket etmez! O dünyevî bir kısım varidata bağlı hareket etmez! O, yaptığı hizmetin karşısında hiçbir şey almadan, îsârlaşmada öyle derinleşmiştir ki, -bir yönüyle- îsâr ruhuyla ona bakan insanlar Hazreti Ebu Talha’yı hatırlarlar; çanağa kaşığını boşuna tokuşturup misafirinin yemek yemesini sağlamıştır. O îsâr ruhunu anlamayanlar, öylesine kendini milletine adamışları tanımayanlar, hemen bir el darbesiyle, bir balyozla onları dağıtacaklarını, ürküteceklerini, korkutacaklarını veya algı operasyonlarıyla baskı altına alacaklarını zannettiler, zannederler, zannedecekler.

*Her zaman Selahaddinler, Fatihler, Alparslanlar, Kılıçarslanlar çıkaran o mübarek millet, o Anadolu insanı, bir kısım ne idüğü belirsiz insanların bu mevzudaki iğfâlatıyla, idlâlatıyla yürüdüğü yolda katiyen tevakkuf yaşamayacaktır. Hatta rolantiye bile geçmeyecektir. Hangi vitesle gidiyorsa, belki bir vites aşağıya düşürecek, “Bu yol biraz sarpa sardı, böyle gidersek yol alırız!” diyecek ama katiyen durmayacaktır. Bu sizin için inandırıcı olmanın en kuvvetli argümanıdır.

*İnandırıcı olma hususunda, durulan yerde dimdik durma çok önemli bir faktördür. Dimdik durmada temâdî onun on katı daha fazla önemli bir faktördür. Mıncıkladılar, çuvaldızladılar, bizlediler, mızrakladılar, iğne soktular.. hiçbir şey olmamış gibi -bağışlayın- pire ısırması nevinden…

*Gerçekten bir davaya gönül vermişsek, Allah’ın izni, inayeti, riayetiyle hiçbir şey bizi vazifemizden alıkoymamalı. Böyle ifritten gulyabaniler karşımıza dikilse, goriller önümüzü kesse, arslanlar kaplanlar panterler önümüze çıksa, -Allah’ın izni ve inayetiyle- milletimiz öteden beri hep bunların üzerine yürüdü, yine yürüyecektir ve bu mevzuda diğerlerinin komplolarını hep boşa çıkaracak, çarklarını ve düzenlerini kendi başlarına dolayacaktır.

*Allah mukavemetinizi arttırsın.. sizi imanda zirveleştirsin.. Allah ile münasebette meleklerle hemsaf haline getirsin. Amin…