Büyüklüğün Ölçüsü ve İlâhî Takdire Rıza

Büyüklüğün Ölçüsü ve İlâhî Takdire Rıza

Çay Faslından Hakikat Damlaları: İyiliklerimiz Küçük, İlâhî İhsanlar Çok Büyük

-Hizmet varsa, yaşamaya değer. Dinim ve mübarek mefkûrem için hâlâ bir şeyler yapma imkanı/ihtimali varsa, dünyada kalmaya değer; yoksa, beyhude!.. (00:50)

-Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, tasavvufî ifadesiyle “taayün-i evvel”in kahramanıdır; “Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım” kudsî hadisinin mazharıdır. Bu hadis, hadis kriterleri açısından sahih olmasa bile mânâ itibarıyla doğrudur; çünkü o “Muarrif” olmasaydı, bu âlemlerden de, bu kitaptan da hiç kimse bir şey anlamayacaktı. O halde bu hadisin mânâsı şudur: “Ey Rasûlüm! Bu kitapların okunması da, mânâlarının şerhi de senin sayende oldu. Öyleyse sen elindeki Kur’ân’la her şeyin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhısın.” (02:50)

-Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez! (04:50)

-İnsan, yaptığı bütün iyiliklere bir mum tutuşturma şeklinde bakmalıdır. İnsanın sa’yine terettüp eden şeyler hem küçük hem de büyüktür. İnsan kendi nefsine bakan yönüyle onları çok küçük görmeli; Cenâb-ı Hakk’ın yaratması ve ihsanı olmaları açısından ise çok büyük kabul etmeli ve şükürle mukabelede bulunmalıdır. Şirkten şükre geçmenin yolu, büyük küçük her şeyi Cenâb-ı Hakk’tan bilmek; bizim sa’y ve gayretimize terettüp eden şeyleri bize bakan yanlarıyla küçük, Allah Teâlâ’nın ilâhî lütfu olmaları itibarıyla da -O’na saygının gereği olarak- büyük görmektir. (05:35)

-Hazreti Sıddîk’ın sıddîka kerimesi Âişe validemiz îsar ufkunda cömertlik ortaya koyan bir insandı. Adını her anışımda “Anam!..” deyip “Öz anama bu kadar tatlı ‘anam’ demedim, o da darılmasın!” düşüncesiyle yad ettiğim mualla validemiz, ibadet ü tâatinde o kadar engindi. Bir gün yanaklarından süzülen yaşları görünce “Âişe, neyin var, niçin ağlıyorsun?” diye soran Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’e “Cehennem ateşini hatırladım; ötede ailenizi tanır, beni de hatırlar mısınız ya Rasûlallah?” şeklinde cevap veren gözü yaşlı anamızın kalbi de o kadar ince idi; asla yaptığı iyiliklere güvenmiyor ve âhirete ait derin endişeler taşıyordu. (13:00)

-Allah Rasûlü’ne yakınlığı, İslam’a hizmetleri, âdilâne hilafeti, zamanının iki güçlü devletini yerle bir edişi ve üstün ahlakı ile alâkalı misalleri anlatmaya, büyüklüğünü vasfetmeye sözün yetmeyeceği Hazreti Ömer, çok zaman, başını secdeye koyar, gizli-açık, sesli-sessiz münacat ve tazarruda bulunurdu. Dua ederken hıçkırıklarla inler, kalbi hızlı hızlı çarpar ve tir tir titrerdi. Ahirete irtihalinden az evvel, bir kuraklık esnasında yine duaya durmuş, şöyle ağlıyordu: “Allahım! Ümmet-i Muhammed’i benim günahlarımdan dolayı mahvetme. İhtimal yağmursuzluk benim mâsiyetim sebebiyledir; ne olur Rabbim, Ashâb-ı Rasûlullah’ı benim yüzümden cezalandırma!” Evet, Hazreti Ömer’in kendisine bakışı böyleydi; onda iddia yoktu, yüksek mertebelere dilbeste olma yoktu, kendisine makamlar tayin etme yoktu. O âlî himmetlilik ile mahviyetin birleşme noktasına taht kurmuştu. Acaba içimizde kaç insan, yağmur yağmadığı, zelzele olduğu, toplumun değişik kesimleri yaka paça birbirine girdiği, kan gövdeyi götürdüğü zaman “Allahım benim yüzümden ümmet-i Muhammedi mahvetme!” demiştir?!. (16:24)

Soru: Hazreti Sâdık u Masdûk (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz meâlen “İnsanın en ehemmiyetli saadet kaynaklarından biri, Allah’ın kazasına rıza göstermesi; onun en ciddî talihsizliği de ilahî takdiri öfkeyle karşılamasıdır!” buyuruyor. Allah’ın takdirine rızanın bir çerçevesi var mıdır? Kıskançlık, haset ve hazımsızlık gibi hastalıkların takdire rıza göstermemeyle ne ölçüde alâkaları söz konusudur? (18:00)

-Bir insan için kadere ve Hakk’ın takdirlerine rızâ, en önemli bir saadet vesilesidir. Konuyla alâkalı Hazreti Sâdık u Masdûk’un

مِنْ سَعَادَةِ ابْنِ آدَمَ رِضَاهُ بِمَا قَضَى اللهُ، وَمِنْ شِقْوَةِ ابْنِ آدَم سَخَطُهُ بِمَا قَضَى اللهُ

“Âdemoğlunun en ehemmiyetli saadet kaynaklarından biri, hiç şüphesiz Allah’ın kazasına razı olması.. ve onun en önemli talihsizliği de Allah’ın takdirlerini öfkeyle karşılamasıdır.” şeklindeki mübarek sözleri de bu hususu tenvir etmektedir. (18:40)

-Zât-ı Ulûhiyet’in takdirini memnuniyetle karşılamanın yanında, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) nübüvvetine ve İslam dinine kanaat etme de çok önemlidir. Fiilî ve kavlî duadan sonra -netice ne olursa olsun- kader ve kazayı gönül hoşnutluğuyla karşılama bu kanaatin de gereğidir. Bundan dolayıdır ki, sabah akşam okunması sünnet olan dualar arasında şu ikrar da mevcuttur:

رَضِينَا بِاللهِ رَبًّا وَبِاْلإِسْلاَمِ دِينـــــاً وَبِمُحَمَّدٍ رَسُـــولاً

Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Hazreti Muhammed’den (aleyhissalâtü vesselâm) razı olduk.” (18:54)

-Günümüzde çok yaygınca telaffuz edilen “Ne ettim ki, bunlar benim başıma geldi? Neden bu belalar hep gelip beni buluyor? Niye bu sıkıntılar?” gibi kaderi ve ilâhî kazayı tenkit manasına gelen ifadeler, kâfirce sözlerdir. Belki bunları söyleyenler kâfir olmaz; fakat bu sözler ancak kâfirlerin söyleyebileceği sözlerdir. (22:10)

-Haset, kıskançlık ve hazımsızlık gibi hastalıkların “takdir-i ilâhîye rıza göstermeme” ile çok yakın irtibatı vardır. Nitekim Mekke müşrikleri, Allah Rasûlü’nün faziletlerini çok iyi biliyorlar ama peygamberliğin kendilerine verilmiş olmamasını kabullenemiyorlardı. Bazıları, “Taif’te, Mesud b. Urve; Mekke’de Velid b. Muğîre gibi insanlar varken ve bunlar peygamberliğe daha lâyık iken, nasıl oluyor da Ebû Talib’in Yetimi gibi fakir ve kimsesiz bir insan peygamber olabiliyor?” diyorlardı. Ebu Cehil, “Aslında biliyorum ki, O peygamberdir. Fakat Hâşimîlerle eskiden beri aramızda bir rekabet var. Onlar, rifâde, sikâye (hacca gelenleri yedirip içirme vazifesi ve şerefi) bizde diye övünüp duruyorlar. Bir de peygamber de bizden, derlerse işte ben buna dayanamam.” diyordu. (23:20)

-Hazreti Ali’yi hazmedemeyenlerin yaptıklarından Selçukluları, Osmanlıları çekemeyenlerin fitnelerine kadar İslam dünyasına büyük bedeller ödeten pek çok hadisenin arkasında Allah’ın takdirine razı olmama, dolayısıyla hasetle kıvranıp durma vardır. (24:37)

-Her dönemde hazımsızlık olmuştur, günümüzde de olacaktır. Bu, Mefisto ile Faust’ün mücadelesinin neticesidir ve kıyamete kadar sürüp gidecektir. Aslında Şeytan’ın Hazreti Adem’i çekemeyişi ve ona düşmanlığı macerasında bir yönüyle bütün insanlığın sergüzeşti vardır. Bugün de bir kısım insanlar hizmet camiasına ve hizmet erlerine karşı haset, kıskançlık, hazımsızlık sergileyebilir; takiyyelerle onları bitirmeye kalkışabilirler. (26:18)

-Kim ne yaparsa yapsın bizim için ölçü bellidir: “Kötülükleri iyilikle sav; görgüsüzce muamelelere aldırış etme! Herkes, davranışlarıyla karakterini aksettirir. Sen müsamaha yolunu seç ve töre-bilmezlere karşı âlîcenap ol!..” (29:17)

-Zulmedildiğiniz zaman bile zulmetmeye kalkarsanız, Allah onu size sorar. Bir çarkı, bir düzeni bozdukları zaman kalkar siz de başkalarının çarkını düzenini bozarsanız, Allah onu size sorar: “Niye bunu yaptınız? Niye insanca davranmadınız? Niye Hazreti Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi davranmadınız?” Bu açıdan, kıskanca karşı kıskançlık duygusuna girmemek; belki hazımsızlıklar karşısında hazım sistemini bir kat daha artırmaya çalışmak lazım. (30:33)

-Hareketi, hamleyi, gayreti durdurmadan, Allah’ın izni ve inâyetiyle alternatif yollar, yöntemler oluşturarak yola devam etmeli.. Onlarla uğraşmaya kalkarsanız, bir yerde takılır kalırsınız.. zamanı israf etmiş olursunuz. Hiç uğraşmadan, alternatif yollar ve yöntemler oluşturarak yolunuza devam edeceksiniz. Evinizi kapattıkları zaman yurt açacaksınız. Yurtlarınızı kapattıkları zaman ev yapacaksınız. Okulunuzu kapattıkları zaman üniversite yapacaksınız. Üniversitenizi kapattıkları zaman on tane okul açacaksınız. Hiç durmadan yürüyeceksiniz. Hafizanallah, durup başkalarıyla meşgul olmaya kalktığınız zaman, zamanı beyhude kullanmış, israf etmiş olursunuz. Zamanı israf etmenin hesabını da Allah sorar. (31:44)

-Allah onlara da soracak; beni alâkadâr etmez o. Elimden gelirse, onların da zamanı israf etmemeleri istikâmetinde, kavl-i leyyin ile ifade ederim. Fakat yine de sözüm, düşüncem, tavrım tepkiye sebebiyet veriyorsa, yutkunur dururum. (32:44)

-Kötülüğe karşı asla kötülükle mukabele etmemelisiniz. Fakat mesela, Persler, Hazreti Ebu Bekir’e, Hazreti Ömer’e, Hazreti Âişe validemize ve daha pek çok ashab-ı kirama sebb ediyorlar (küfrediyor, sövüp sayıyorlar.) Siz onların sebbe müstahak olmadıklarını anlatmak suretiyle onları müdafaa edebilirsiniz. Perslerin büyüklerinden bir tanesi Mısırlı âlim Muhammed Imârâ’ya gitmiş, “Niye bize saldırıyorsunuz?” demiş. Hazret ona, “Yok biz saldırmıyoruz; siz Hazreti Ebu Bekir’e ta’nda bulunuyorsunuz, Hazreti Ömer’e olmayacak şeyler söylüyor sövüyorsunuz, Âişe validemize küfrediyorsunuz; biz sadece müdafaa ediyor ve “Bunlara sövülmez!” diyoruz.” demiş. Ben de diyorum: Onlara sövenin dilleri kurusun!.. (34:36)

-Rızâ, insanı, Rabbiyle iç cedelleşmekten kurtarır. Cenab-ı Hakk’ın takdiri, demek bir günahımız vardı ki, Allah camiaya bazı güveleri musallat etti; bir kısım haset ve kıskançlık duyguları depreşti. Bu bizim kabahatimizden; demek ki bir hatamız, günahımız vardı. Onlar asıl günahımızı bilemediklerinden dolayı bizim sevabımıza iliştiler. Bize “Siz bu işin ehli değilsiniz; bırakın da onu liyakatli insanlar götürsün!” deselerdi, hakları vardı. Fakat, hizmetin ruhuna dokunmaları.. bir yönüyle bilemeyerek onu yaptılar. Hazreti Pir’in dediği gibi, bizim hiç yapmadığımız yapamayacağımız, düşünmediğimiz düşünemeyeceğimiz şeylerden dolayı bize hücum ediyorlar. Demek ki bizim hatalarımız yüzünden böyle yapıyorlar. İşte böyle düşünüp Cenâb-ı Hakk’ın takdirine razı olmak ve o problemi içte çözmek lazım. Rıza iksirini içteki o alıp vermelerin, o hafakanların üzerine dökmek suretiyle onları eritebilirsiniz. (36:12)